28 Ara 2010

ve şimdi bir kalbi bir bedenden ayırıp gitmenin tam vaktidir *

biz hep çocuktuk
kulağıma eğilir fısıldayarak
kaybolanlar tibete gider
derdin ardından koca bir kahkaha patlatarak.
korkar,ellerini daha sıkı tutardım.
biz hep çocuktuk
ve sen
her beş dakika da bir
ne zaman yaşlanacağız diye sorardın.
ne cevap verebilirdim ki...
"ilk beyaz saçımızı gördüğümüzde"

"seni tanıyıp anlayıp sonra seni sevemeyen insanlar varsa bu dünya da nasıl yaşayabilirim ki ben?"
cevaplayamayacağım o kadar çok cümle kurardın ki,
yüzümde açıklanamayan bir gülümsemeyle bakardım sadece.
Anlardın hep ve daha çok cümle kurmaya başlardın.

Ben gözyaşlarımla yıkarken ardımda bıraktığım cesetleri
ve
her çözdüğüm soru başına sıra arkadaşımın pet şişeye koyduğu vişne votkadan yudumlarken;
Sen ölü ozanlar derneği okuyup kızlara dokunmaya korkardın
ve
ş ve ç 'yi birbirine karıştırırdın.
sonra hep bana kızardın
"mutlu musun şimdi mal gibi bir çocuğum ben,git evlen be sen"

Bitmek bilmeyen mide bulantılarımız vardı
biz hep çocuktuk
ve
pudingin soğumasını bekleyemez hep dilimizi yakardık
sonra sabırsızlığımıza kahkahalarla gülerdik.

Ben hep çocuktum
sen kitapların arasına gömülmüş harıl harıl çalışırken...
O kadar küçüktüm ki;
elimde ki tebeşiri
burnuna doğru uzatıp
haydi bana seksek çiz derdim,
bir yandan seni bir daha rahatsız etmeyeceğime dair sözler verirken...
"çok uslu olacağım ve sen artık bana hiç kızamayacaksın"

Sen hep çocuktun
ben vitrinde duran yabanmersinli turtayken...
O kadar küçüktün ki;
elinde ki beş lirayı
dükkan sahibinin göbeğine doğru uzatıp
ne kadar olur bu paraya diye sorardın,
bir yandan benimle hiç küflenmeyeceğime dair sözleşmeye çalışırken...
"seni hiç yemeyeceğim,hep saklayacağım"

Arkanı dönüp giderken,
paçana yapışıp gitme diye ağlayacak kadar küçüktüm ben.
ve sen
yıllar önce ben dönüp giderken çıkan ayak seslerimi hatırlayacak kadar kindar...

Gözlerimden hep yağmurlar yağdı bulutlara,
yerçekimine inat.
ellerin ellerimde;
ağzında,
"Bir varmış bir yokmuş..çok gülebileceği bir elf kızıyla geçirdiği değerli zamanlarda onu hep ağlatırmış"
masalının girizgahı ...

Biz hep çocuktuk...
ama,
bir gecenin bir yarısı;
aniden yaşlandık,
senin ellerin boynumda,
benim ellerim dudaklarındayken;
hemde daha birbirimizin saçlarında ki beyazları bile görememişken.

Gerçeklerden nefret etmeye devam eden biz;
İçi çiplerle donatılmış bir ben,
Kumandamı bulamayan bir sen.

Hep hayalini kurduğun gibi...
at beni sonsuz yükseklerden şimdi,
binlerce kitap binlerce sigara ardımdan.
okuyayım,içeyim hep düşerken;
geçmişim,geleceğim hepsi silinsin bir yandan.
son kitabın son sözcükleri bittiğinde
okyanusa düşeyim,
en dibe battığımda bir midyenin içine gireyim
okyanus mavisi ruhsuz bir inci olayım.
ruhum;
bulutların üstünden,
kısa saçlı kız çocuklarının üstüne sigarasının külünü serpsin.


* başlık Cem Adrian 'hoşçakal' parçasından.

12 Ara 2010

sen gidiyorsun ve ben bitiyorum

günümün bir anlamı varmış gibi,
gözüm hep saatte.

tik-tak.
tik-tak.

ne kadar daha zorlayabilirim kendimi?
ne kadar daha varmışsın gibi yapabilirim?

ellerime tutuşturup gittiğin nergislerin kokusu tüm odayı dolduruyor.
derin derin nefesler alıp veriyorum,
araya kokun karışmıştır diye...

biliyorum;
çırpınışlarımın,
yersiz
zamansız
yetersiz
olduğunu...

ne demem gerekiyor,
ne yapmam gerekiyor..

biz o treni bir kere kaçırdık

ellerimden kurtuldu ellerin
bir kez daha.

Duruyorum...
öyle sessizce,
duruyorum...

susuyorsun...
susmaya o kadar çok anlam yüklüyorsun ki,
eziliyorum altında susuşlarının.
ağzımı açmaya çalışsam da tek kelime çıkmıyor;
görüyorsun ve gözlerini kapatıyorsun.

özlemek;
bir virüs gibi yayılıyor vücudumda.
dökülüyor her yanım,
kırılıyor.

sanırım öleceğim.

4 Eki 2010

her zaman bir yerlerde

Parça bitiyor tekrar başa,kahve bitiyor tekrar doluyor,sigara bitiyor yenisi tekrar yakılıyor...
Ama gece hala hiç bitmeyecekmiş gibi.
Büzülüp küçücük oldum sandalyede.
Yine korkunç bir baş ağrısı;sağ göz çukurundan girip sağ şakaktan çıkmayan.
Herkes uyurken çıkmıştım o gece,yağmur üstümde.
Sokak lambaları hep önümde,
Soğuk karanlık gölgeler
Ve hiç ısınmayan bir şehir.
Ve yine hep aynı parça,
Ellerim...boşlukta.
'merak etmeyin yarım saate dönerim,yağmura eşlik etmeliyim sadece,sandığınız kadar güçsüz değilim''li cümleler telefonun diğer ucundaki nerdeeesin çığlıklarına.
Böyle durumlara sinirleniyorum çok,ana avrat düz gidiyorum.
Çok yoğun duygular yaşadığın an bir parçayı dinlemeye başlıyorsun ve hiç durmadan onu dinleyip duruyorsun...
Sonra o evvel zaman içinde kalbur saman içindeki parça karşına pat diye çıkıveriyor yıllar sonra.
Ya da sen çıkartıyorsun bilinçsizce.
Ne oldum dur daha diyemeden,o geçmiş zamanda ki ruh hali gelip yakana yapışıp;
Lanet karı beraber az ağlamadık mı şimdi neden sırıtıyorsun harikalar ülkesine mi düştün ha beni nasıl unutursun..
diyerek hesap soruyor sanki.
İşte şuan tam da bu yüzden;
Hiç bitmeyecekmiş gibi gece.
Üşüyorum,
Donuma kadar ıslanmışım sanki yağmur altında.
Güçlü olduğu masalını uydurup,
o mermer meydanda yere çöküp deli gibi ağlayan,
kedi yavrusundan bozma kız gibiyim.
Ama kişi farklarını kendi yaratıyor sanırım.
Ben bunları yazarken,çokça zaman geçti pek tabiiiii...
Yıllar sonra yine karşıma çıktığında bu parça;
yağmur altında durup ağlayan o kıza göz kırpıp, bak her şey geçiyor işte.
Şimdi karşılıklı oturmuş konuşurken kahkahalar atıyorsunuz,
ikinizinde fon müziği aynı,önemli olan kabuğu kanatmamak, ve ... daha bunun gibi bir çok şey diyebileceğim sanırım.
Belki o küçük kızı kandırarak,belki sadece parçayı kandırmak isteyerek.
Ve; işte bitiyor gece...
A night without you seems like a lost dream
Love I can't tell you how I feel

http://fizy.com/s/1lxsus

28 Eyl 2010

seni seviyorum

'seni çok seviyorum' dedi...
"bende seni seviyorum ama bunu söyleyemem,bunca şeyden sonra..hayır seni cezalandırmıyorum ya da başka abuk sabuk şeylerden ötürü değil bu...incindim anlıyor musun ve şimdi seni seviyorum dersem sanki her şey geçip gitmiş hiç acı çekmiyormuşum gibi olacak ve ben hep kaybedenin olduğu bir oyunu oynuyormuş gibi hissedeceğim.ama halbuki lanet olası bir cümle işte altı üstü neden benim için sadece bu değil"
aklımdan bunlar geçerken upuzun bir sessizlik oldu aramızda.
'otlu kek yiyeceğim Amsterdam'da' dedim sadece, düşündüklerimi söylemek yerine.
Gülümsedi diğer uçtan.Göremesem de biliyordum her yerin aydınlandığını.
'Kararımızı verdik yani,herkesi eğlendirmek yerine kendimizi eğlendirmeyi seçiyoruz.' dedi.
'Hımm; bu Amsterdam'da gelinlikle dolaşamayacağım anlamına gelmiyor'
kahkalar atmaya başladık.
'delisin ve seni bu yüzden seviyorum' dedi.
bu kahrolası cümleden kaçış yok sanırım.
---
Oysa ne kadar kolay.
---
'kendine sarıl ve benim kollarım farzet'
'kendimi öpemiyorum ama'
'daha ne yapabilirim ki'
'sanırım uyumalıyım'
'uyu bebeğim,ensende nefesimi hisset'
'seni seviyorum'
'seni seviyorum'
----
'beni sevmiyor musun?'
'seviyorum,ama biliyorsun.'
yine çoook uzun bir sessizlik.
'ailelerimizi ne kadar az görürsek o kadar iyi olacak,ben dayanamıyorum artık döndüğümde evlenmek istiyorum hemen.'
'dayanabileceğini söylemiştin ayrıca neden evlenmek?'
'ooofff...seninle uyanmak,seninle uyumak,yine eskisi gibi her şeyi seninle yapmak istiyorum sadece.'
'bu daha anlaşılır oldu.' diyip gülüyorum.
Sebepsiz yere belki de sebepsiz değil kıvranmasını izlemek, cümleler arasında uzun boşluklar vermesi ve o boşluklarda hep kendimi görmek keyif veriyor.Ve o bunu biliyor.
'ısırılmayı hakediyorsun.'
'bence kendine fazla güveniyorsun.'
yine her yeri aydınlatıyor biliyorum ama ben bu aydınlanmadan çok uzaktayım,içime kasvet çöküyor.
'tek istediğim artık bitmesi' diyorum derin bir iç çekişle.
'bitecek meleğim çok az kaldı,söz veriyorum her şey geçecek' diyor...
saçlarım sanki ellerinde,ben kucağında,şarap şişesi bitmiş,yan odadan müzik sesleri geliyor.
kapatıyorum gözlerimi.
---
'aslında,ikinizide seviyorum.ve evet bu büyük bir haksızlık.'
'ben sadece mutlu olmanı istiyorum biliyorsun.'
'biliyorum.'

23 Eyl 2010

makas

kaçmaya çalışıyorum
ellerimin üstünde emekleyerek
ve
halıda kan izleri bırakarak.
sol avucumun tam ortasına giren
makas,
yarı açık arkamda duruyor.
bir tekme daha savuruyor,
olduğum yerde iki büklüm kalıyorum.
içimde bir yerler,
iyileşemeyecek kadar derin yaralar alıyor.
tek isteğim suya ulaşmak...
gözyaşlarımı siliyorum,
yüzüm sırf kan.
böyle ufak bir yara bu kadar çok kanamamalı...
büyüyen acı verme hırsını bastırmaya çalışıyorum,
dişlerimi sıkarak.
tek kelime etmiyorum yine,
içimde kocaman bir çığlık var;
dudaklarım tek çizgi.
emeklemeye devam.
kulaklarım uğulduyor
saçma sapan sözlerle.
elindeki tek kurşunla doldurulmuş
minik tabancayı görmezden geliyorum,
bir kez daha.
ben kaçmaya çalıştıkça,
o enseme daha hızlı bastırıyor.
haydi diyorum;
bitsin artık...
gözlerimi sımsıkı kapatıyorum,
akanlara aldırmadan.
sonra...
nasıl olduğunu anlayamadan
suyun içinde buluyorum kendimi.
buz gibi...
getiremiyor kendime.
kan akıyor,
o kadar çok ki.
pas gibi kokuyor.

aklıma ilk gelen şey
"avuçlarım kanıyor"" cümlesi oluyor.
psikopatlar gibi gülmeye başlıyorum
suyun içinde.
teşbih-i beliğlerden o kadar uzağım ki.

evet.
beni ne ilk yaralayışın ne de son,
biliyorum.
ama,
ilk kez dayanamıyorum,
ilk kez katlanamıyorum,
ve
ilk kez affedemiyorum.

titreme sırası sende şimdi,
içini samanla doldurup
evin tam ortasına diktiğin korkuluk
kargaları hiç kovmayacak artık.

üzgün değilim.

14 Eyl 2010

tüm gemilerimi yaktım artık kulaç atma zamanı

gözümün içine bakıyor annem ve 25 yıldır yaptığın tek bir doğru yok diyor.
ah bir okta ondan geliyor zaten delik deşik olmuş vücuduma.
eğer kendinizden daha fazla güvendiğiniz bir kişi varsa hayatta,işte tam şuan bunu sorgulamaya başlamanızın vaktidir.
hep yanlış insanlar,hep yanlış kararlar,hep yanlış olaylar.
yol ayrımlarında hep o dönmem gereken kavşakları kaçırdığımı kilometrelerce yol gittikten sonra farkettim. kendimle o kadar ilgiliydim ki etrafımdaki insanların ne gördüğüne zerre dikkat etmedim.
dün gece benim için dönüm noktasıydı.Milyonlarca dönüm noktası olan gecem gibi.
sefil,perişan,acınası diye tabir ettiğim ruh halimle,İstanbul'a ilk gittiğim zaman gözüm kulağım olmuş,taşı toprağı bir bok etmeyen o kente tutunmamı sağlayan o insanla konuştum tüm gece,salya sümük.
sürekli bir şeyler yapmaya çalıştığım için mutsuz olduğumu,
sürekli kendimi değiştirmeye çalıştığım için mutsuz olduğumu,
sürekli birilerine inanmak istediğim için mutsuz olduğumu,
sürekli mutsuz olduğumu düşündüğüm için mutsuz olduğumu,
kısaca bildiğim ama yüksek sesle söylemediğim her şeyi teker teker söyledi.
birinin söylemesine ihtiyacım olduğundan değil, söylenmesi gerekenler bu olduğu için söyledi.
şu güne kadar hayatımda kime değer verdiysem,kim benim için önemli olduysa o insan bana hep kazık attı.
ama kime değer vermediysem,kimi itin götüne soktuysam o hep yanımda oldu.
tıpkı benimde aynen bu şekilde davrandığım gibi.
insanı siken,deveyi diken diye boşa dememişler.
bunları neden yazdığımı hiç bilmiyorum..
gittikçe değişen yazı olaylarım içime zerre su serpmiyor.
paso küfür ediyorum 8 yaşında o kırmızı kamyonuyla oynayan ve erkek olmaya özenen halim gibi.
edepsiz ve ne yapması gerektiği hakkında en ufacık bir fikri olmayan biriyim tam da bu gün.
hayatımdaki herkesten vazgeçtim.
ilişkilere inancım artık yok.
Aile kavramının kutsallığı hiç bu kadar acınası gözükmemişti gözüme.
5 adımlık dört duvar arasında;bir masa bir yatak,bir çok yağmalanmış tuval,dolu kültablaları,boş bira şişeleri ve ne olduğunu hiç bilmeyen bir kadın huzursuzluk içinde yaşamaya devam edecekler sanırım çokça zaman daha.
Hiçbir zaman Hayır'lısı olmuyor nasılsa.

13 Eyl 2010

ruhumu parçalara ayırdı bir damla ışık gökyüzünden gelip

Havanın soğuk olması gerekiyordu, eylül'ün ilk günleri oysaki, ortasında sırılsıklam dikildiğim tarlanın çamurları bulaşmıştı üstüme, oysaki bugün yağmur olmayacaktı, üstümdeki yırtık pırtık kıyafetin bir zamanlar güzel olması gerçeği şu an onun yırtık olduğu gerçeğinden daha mı üstün yoksa?
Üşümem gerekmiyor mu aslında şuan, çünkü bugünün soğuk olması gerekiyor. Gözlerimin etrafında dolaşan alev haleleri nereden gelmekte peki? Yoksa ben bir yıldırımla intihar etmek isteyecek kadar deli bir kadın mıyım?
Neden kıyafetlerim yırtık peki?
Hayata dair gördüğüm yarı gerçekliğin uzantısı mı? Uzaklarda gök gürültüleri var, yoksa tanrı var ve bu gece benim için yas tutup ağlıyor mu?
Bilmiyorum belki de bir önemi yok. Gök gürültüsü yaklaşıyor, sanırım bir kaç yüz saniye var sonuma.
Gök gürlüyor, tanrı daha da gürültülü ağıt yakıyor dalga geçermiş gibi "kabullenme sen daha".
Yüzümde hafif bir gülümseme çocukluğumun soluk bir gölgesi olarak. Avuçlarımda demir bilyelerim, ayın bir parçası görünüyor bulutların arasından ve kör oluyorum bir anlığına, bu ışık ah bu yakıcı ışık ve uğultu misali bir gümbürtü, yoksa tanrı hıçkırıklara mı boğuldu?
ama üzgünüm beni hiç etkilemiyor bu,belki de ağlama sırası sende artık;çünkü inanmıyorum artık bir gökyüzümün varolduğuna.

7 Eyl 2010

nefretimin zincirlerini parçalayıp bir piç olduğumu kabul ediyorum

zorlama işte artık!
olmuyor.
kalan son sigarayı yakıp derin bir nefes al.
ve sonra ver.
kopacak zincirlerin işte o zaman(ne zaman),
sadece hayalinin tadını çıkar.
sonra boğul.
ne kadar güzel,
dinlesene bir kapatıp gözlerini...
uzaktan deniz sesi,
kabusunun gölgesi.
tek bir taş
ve etrafında çimler.
kimse olmadan
çıplak ayakların,
çamurda.
ah toprak dinlendirici.
zerre hakkı yoktu sana bunları yapmak için
ama artık unut
ne olur unut
ve devam et.
ve katlan her gün yüzünü görmeye.
yapabilirsin.
sadece bunu.
nefes al ve ver.
ne gördüğünü biliyorsun,
açmadan gözlerini.
gülümse evet
en doğrusu bu.
bekle
sadece ama sadece
bekle.
kim haketmiyor ki.
beyninde dönüp dolaşan
bütün her şeyi unut
farz et kafanı bir yere çarptın
ve tüm hafızan yitip gitti.
boğazındaki çürüklerden ayır
parmaklarını,
onlar olması gerektiği yeri biliyor.
izin ver.
ve yut tüm sözcüklerini,
sessiz kal.
susmak o kadar çok şey anlatır ki
her zaman.
ve herkes bunu bilir.
bilir değil mi?
bilir.
sende,
o da...
kafaya dayanmış o silahtan daha çok inciten şeyler oldu seni hayatta
ve her seferinde ayakta durdun.
şimdi neden yapamayasın.
varlığını da
yokluğunu da
çektin içine.
dolu dolu ellerin.

en iyisi bu.
en iyisi bu.
en iyisi bu.

3 Eyl 2010

kimin kalbi daha çok kırılır? en büyük tutkal benim ellerimde

düzinelerce gel-git arasında
hırlarken,
tek ayağı kopmuş bir sandalyeye oturup;
izliyorum ellerinin hareketini.
çocuk gibi yalayıp yuttuğu kaseyi elimle işaret ederek
tadı güzel mi diyorum.
elinde tuttuğu bir kase
pirinci bol sütlacın dibini sıyırırken,
şeker komasına girmiş bir çocuk gibi sırıtıyor karşımda.
tutamıyorum kendimi gülümsüyorum bende.

hatırlanacak onca şey varken
geçmişin tozlu raflarının arasından
sadece bu anıyı çekip çıkartıp
kana kana içiyorum.

Özür dilerim…

karanlık bir kuyuya girmeyi
bende hiç istemedim.
biliyorsun.

fark ettiğim tek bir şey var
aylar sonra…

ne o,
ne bu,
ne şu…

umrumda bile değil hiç kimse.

gelsen ve mavilerinde beni boğsan;
sesimi bile çıkaramam.

ihtiyacım var,
sadece sana.

tıpkı senin bana olduğu gibi.

24 Ağu 2010

bir dövebilseydim seni! ah bir dövebilseydim

Gözümü açtığımda aklıma ilk gelen şey Annie'ydi.
Çin işkencesinden beter olan,içine bir türlü gömülemediğim tek kişilik sert mi sert yatağımdan kalkıp, doğrulduğumda da çıkmadı hala aklımdan Annie.
Beynimin çalışma prensibini hiçbir zaman anlayamamış biri olarak,hay sıçıım yine ne boktan bir gün Annie'nin ne işi var şimdi aklımda diyip su ısıtma cihazına doğru yollandım.
Yüzü gözümün önünden bir türlü gitmiyor.
Ben hayatımda Annie kadar benciiiil,nankööööööör,mızmııııız,mıymıntııı,kıymet bilmeeeez,sözler verip sözlerini tutmayaaaan bir kevaşe tanımıyorum.
Hele böyle insanın yüzüne,ben dünyadaki en masum kişiciğim nolur beni alın,sevin,kollayın bakışları yok mu? Ah bir kelaynak kuşu olsaydım da o gözleri gagalıyıverseydim...
Evet anlıyorum hadi annen baban yok,kimsesizler yurdunda büyüdün ama bu sana her hakkı veriyor mu be lanet karı.
Yıllarca birlikte yaşadığın,gözünün içine bakan,her dediğini yapan,mutsuz olduğunda seni neşelendirmeye çalışan,senden ayrılmamak için türlü numaralar
yapan en yakın dostunu tek kalemde nasıl silip atabilirsin?
Ki o senin için o aileyle gitmedi,hayır dedi Annie'siz hiçbir yere gidemem dedi,senin ağlamalarının kıskançlıktan olduğunu hiç düşünmedi.John'un sidikli yatak çarşafını alıp,altına işemiş gibi yaparak o gıcık olduğum sarışın anne demeye bin şahit isteyen süslü zengin karısını kendinden nefret ettirdi.
Ama ya sen ne yaptın ha Annie ne yaptın? Çaylar hazır efendim diyip önlerinde nazik nazik davranıp,kadının aklını çeldin,kendini sevdirdin.Ve yamayıverdin kendini.
Ellerim titriyor şu an sinirden.
Nerden geldiyse aklıma uyuz.
Birde Tony evlat edinildiğinde bu Annie ağlamıştı Candy'e sen benim annemsin diye.Candy'de buna sarılıp sen de benim babamsın demişti de bende anneme gidip yalvarmıştım ikisini evlat edinelim onları ayırmayalım diye.Nerden bileyim senin,kıskannnçç,düşmanımın başına bile dilemeyeceğim bir evlat olabileceğini.
Hayır normal bir kızın aklına Anthony gelir,ne bileyim en azından benim için Terry gelir ama Annie gelmemeli.
Şimdi otur işin yoksa o kökünden kazıyamadığın kahküllerini,suratına geçiremediğin yumrukları düşünüp sinir ol.
Yok böyle bir şey.

20 Ağu 2010

bir parmak toz olmuş lanet olasıca gözlerim

beynimi yemekten vazgeçer misin sürtük dedim
kafamı sertçe kaldırıp,
gözlerimi kocaman kocaman açıp
yüzüne tükürecekmişim gibi,
haşin bir ifade takınarak.
sesini hiç çıkarmadı.
yeni açılmış bulaşık süngerinden
nasıl nefret ediyorsam
senden de öyle nefret ediyorum dedim
bir yudum su içerken.
yavaş yavaş göz bebekleri büyümeye başlamıştı.
canım sıkılıyordu
ve aranıyordum
keyifle gülümsedim.
senden şu küçük parmağımın yarısı kadar
bile adam olmaz dedi
sol elinin yarısı yenilip manikürü bozulmuş
küçük parmağının tırnağını
yüzüme yüzüme uzatarak.
en son ne zaman ellerine baktın hatırlıyor musun?
diye sordum gülümsememi daha da çoğaltarak.
ellerini ceplerine soktu ve kafasını öne eğdi fıstık yeşili koltuğa otururken
biliyordum az sonra cebinden,
unutulmuş, çamaşır makinasında yıkanmış ve topak topak olmuş
bir mendil parçası çıkartıp,yüzünü buruşturacaktı,
kısılmış gözlerini yüzüme dikerek.
ve tam düşündüğüm gibi oldu.
tek kelime etmedi yine de,
kıyafetlerimi giymemesi gerektiğini iyi bilirdi ama hiç dinlemezdi.
kocaman bir kahkaha attım bilgisayar masasının üzerine uzanıp çakmağı almaya çalışırken.

aslında hiçbir şey olmadığını benden daha iyi biliyorsun,
herkesi aşağılayıp,en iyi bok benim demelerin bu yüzden..
diye başlayan bitip tükenmeyecek bir tirada girdi.
derin bir nefes alıp dumanı bacaklarına üfledim.
seviyesiz günümdeyim kaltak,yanlış ata oynuyorsun,
yedi ceddine küfür sıralayıp hiçbir şey olmamış gibi gelip sarılabilirim sana dedim yüzümü buruşturarak.
tırnaklarına sürmeye başladığı orospu kırmızısı ojesinden gözlerini ayırıp
yavaş yavaş tüm gözeneklerimi süzdü.
yazamamanın suçlusu ben değilim diyordu ki,
su içtiğim bardak duvarda patladı siktir git orospu diyerek
kesti sesini.
sakince devam etti ojesini sürmeye,
ağlamaya başlarken ben.
yavaşça süzüldü yatağa,yanıma.
saçlarımı ellerinin arasına aldı ve sarıldı hiç bırakmayacakmış gibi.
yeni bir mit sıçarmış gibi kulağıma fısıldadı sonra en seviyeli ses tonuyla.
geçecek hepsi

12 Ağu 2010

yak bir sigara osman abi iyi gider kahvenin yanında

rezistansı kreç kaplamış çamaşır makinası gibi
olur olmadık sesler çıkartıyorum
her çalışma tuşuma basıldığında.
tüm karaktersizliğine rağmen
karakter martavalı okuyan tipler gibi
ezberden yaşama gayreti içindeyim
her sabah uyandığımda.

yıllarca içimdeki yangını söndüren sesin;
inlerken kulaklarımda kilometreler öteden
orospu diye..
acımazdı canım hiç.
taştım çünkü ben.

taştım
ve
buharlaştı
bütün suyum.

şimdi.
sıcak sudan çıkartıp,
koparıyorum içimde ki yumuşamış
tüm duyguları.

artık.
bir su kaynatma cihazıyla evliyim ben.
metresim bir kavanoz kahve.
bedeli selülit.

10 Ağu 2010

karpuz koydum denize kırma belimi pakize

tatil-miş.
aileyle tatile çıkılır mı?
hadi evet 25 yaşından sonra tekrar onlarla yaşamaya başlıyorsun ama evin içinde sürekli kaçacak yer oluyor.Fakat tatil öyle mi? Hayır. Daha arabanın içinde başlıyor muhabbet.
Biz muhteşem bir aileyiz sarılalım sıkı sıkı,ramazanda da Mevlana şehri Konya'yı ziyarete gidelim.bla bla bla.Evet burdada kaçabiliyorsun...uyuyorsun.ama her uyumanın bir uyanma kısmı mevcut oluyor.
Denize girsene kızım,güneş kremi sürdün mü kızım,bizim kızımız çok güzel yüzer hadi göster teyzelere amcalara kızım.
kızım yemek ye biraz,kızım hep kahve içme,kızım o el kadar elbiseyle dışarı çıkılmaz,ah benim kızım tekila da içermiş,ay benim kızım bira da içermiş,yuh ama kızım daha ne kadar içeceksin.
gibi diyalogları tamamen es geçiyorum.
İkinci günden sonra dişleri bileyip her an kavga moduna hazır yaşamaya başlıyorsun.
Siz bana bulaşmayın ben de size bulaşmayayım.
Tabi bu arada yıllardır görüşülmeyen çocukluk arkadaşıyla(ilk aşk oluyor kendisi) oluşan bariz elektriklenmeler farkedilip iki aile aranızı yapmaya çalışıyorsa tek yapabileceğiniz elektriklendiğiniz kişiye kaçır beni buralardan alkolün dibine vuralım demek oluyor.Ve,ah ne sevimli çocukları olur ah x çok kibar pek nazik bir çocuk ah Esther pek hanım bir kız azcık deli ama kim deli değil ki bu zamanda sahi o dövmeleri neden yaptırdı cümlelerini yıldırım hızıyla arkanızda bırakıp 5 yaşındaki çocuklar gibi elele sahile içmeye koşturuyorsun.
Her uyuma gibi her alkolünde bir sonu oluyor mutlu huzurlu saatleri kuma gömüp balkonda edilen Amerika kaka abi Ergenekon başımızı çok yaktı devrem sohbetinin içine akıyorsun.
Rakı doldurma,çay koyma,bira şişesi toplama üçgeni arasında,msnde iki çift fingirdeyip yine uyuyorsun.
Tek bilinmeyen şey bunun sadece başlangıç olduğu.
Evden çıkılmadan önce sana söylenmeyen köy ziyareti kinder süprizden çıkan o dandik oyuncaklar gibi karşına çıkıveriyor.
Bağ,bahçe,şeftali,domates,erik,çocuklar,çocuklar, çocuklar,bağırış çağırış,el öpmeler,el öptürmeler manavgat şelalesi gibi akıp gidiyor gönlümün en serin kısımlarına.
Gidilip gelinen yer aralarında km başına babamın anneme ettiği küfürler kelime dağarcığımın gelişmesine sebep olsada sinir katsayım bir hayli arttığı için her an ateşlenme pozisyonunda yaşıyorum.
Eh babam ateşlenmeme çok yardımcı oluyor.
Lanet olsunlar,evime gelmeler,nefret ediyorum sizdenler, ne lanet çocuksunlar havada uçuşurken hooopppp bir sağ yumruk sol gözüme ulaşıyor azıcık şişirip kan oturtuyor ama ağzımdan çıkan sözcükleri engellemiyor hiç.
tatil mi demiştik.
1.73'lük bir anne 1.95'lik bir baba 1.76'lık bir kız çocuğuyla,kaçabileceğin hiçbir yer olmadan,kafanda tonla düşünce varken,dilinin kemiği hiç ama hiç yokken tatil'e yüklenilen anlamlar biraz değişiyor sanırım haliyle.
elimizde;
biraz kırılmış bir kalp,
hafif kırmızı bir gözaltı,
daha da yorulmuş bir beden,
yıllar sonra bulunan bir ilk aşk,
sonuçlarına katlanılan sözler...
filan falan kalıyor.

bu arada bir erkek, 12 yıl önce giydiğiniz elbiseyi bile hatırlıyorsa sanırım size aşık demektir.
yanılıyor muyum?

24 Tem 2010

gerdek gecesine az kaldı sabredin aslanlarım

Millet ne evlenmeye meraklıymış arkadaşım bir haftadır evde oturamadım o düğün senin bu kına benim gezmekten.
Gitsen bir dert gitmesen bir dert.Geline,damada 105 tl'den altın takmaktan,üç yıldır üzerimden çıkmayan kıyafetlerle dolaşıyorum ortalarda az önce farkettim kaç gündür üstümde duran elbisenin yan tarafının kocaman yırtıldığını heyt be dedim.Anneme göre ben hiç evlenmeyeceğim için o düğünlere gidip altın takmamın hiçbir mantığı yokmuş,nasıl olsa o altınlar geri gelmezmiş.Böylede bir şey varmış ben takıyorum ama bunu elbet bana geri takacaksınız diye...
Geçen hafta en yakın arkadaşımı evlendirdim Gelibolu'da.1 yıldır mutlu mesut süren beraberlikleri düğün dernek arasında nasıl bozulmuş,aileler birbirine girmiş bir ton olay olmuş.Yok kınada annanem senin avcuna altın koydu sen onu tam bana verecekken senin o mendebur anan geldi aldı ama o altın geri dönmedi diye bas bas bağrınıp duruyorlardı.
Altın işi zor iş azizim her yere taş koyar,her kapıyı açar,bir çok kapıyıda kapar valla ben bunu farkettim.Evlenecek çiftler bu altın muhabbetinden uzak dursun ne olur ne olmaz.
Kız almak diye bir şey varmış,gelenek görenek cahili olduğum için yeni öğrendim.
Böyle düğün günü kuaföre gidiosun süsleniyorsun ediyorsun sonra fotoğrafçıya gidiyorsun sonsuza kadar sürecek gibi görünen gülümsemeler,tatlı kahkahalar,türlü saçma sapan pozlar eşliğinde fotoğraf çektiriyorsun sonra gelin evine gidiyorsun.
Hah orda imam nikahı kıyılıyor işte,hoca geliyor diyor sen bu karıyı boşarsan ne vereceksin misal diyorsun 5 inek vericem sonra üç defa kabul ettim diyorsun sonra üstüne bir fatiha oldu bitti. Ayrıca yeri gelmişken herkes "fatiha" ezberlemeli çok önemli bir dua bence.
Hah sonra bu kız almak devreye giriyor.Damat tarafı dışarı çıkıyor.Bir kolda kız tarafından bir büyük diğer kolda hoca dualarla dışarı çıkıyorsun.Küçük tüllere koyulmuş buğday ve bozuk para boca ediliyor kafandan aşağı ve gelin arabasına biniyorsun.Ve damat tarafı davul zurna çaldıra çaldıra götürüyor gelini damat evine,gelinde ağlıyor.
Şimdi bunları neden anlattım.
Hah,eğer siz gelinin en yakın arkadaşıysanız o damat evine beraber gidiyorsunuz gelinin yanında. Damat evine gelindiğinde arkadaşınızı o arabadan çıkartmayın.Yapışın kemere.Ne kadar para isterseniz veriyorlar valla. Üç düğüne yetecek altın parası aldım resmen ben.
Bir kaç saat sonra bir düğüne daha katılacağım için şimdi hazırlanmalıyım annem sürekli başımda hadi hadi diyor.Malum evde kalmış bekar kızlar en güzel elbiselerini giyip boy göstererek salınıp durmalı ortalarda düğün yerinde.

Hepinizin gözlerinden öperim.

21 Tem 2010

şey

kanatlarım kırıldı sanki az önce...
gözlerime mil çekildi,
dilim kesildi.

gözlerin millenmiş,
dilin kesilmişken
ve dokunamazken
ait olmak istediğin kişiye
zormuş açıklamak bir çok şeyi.

en çok kendineymiş
bazı şeyler.
kendisi yok şey var sadece.

işte
öyle
bir
şeyler.

bir çok kelimem var aslında
parmak uçlarımda asılı kalmış.
çarşafın en buruşmuş noktasına
bırakıveriyorum
gözü ilişir okur diye hepsini.

görmeden yatıveriyor üstüne.
ve biliyorum baksa bile
görmeyeceğini.

bazı şeyler diyorum.
anlama gerek duymuyor.

işte
öyle
bir
şeyler;
oluveriyor.

13 Tem 2010

hiç hali

kimse giremesin diye
taş yığmaya devam ediyorum
mağaramın girişine.

etrafımda bir çok kelime,
ne çok ihtiyaçları var konuşmaya.
ben hep;
susuyorum...

kendime yetiyor hırıltılarım,
beynimi kanırtırcasına deşiyorum...

uyuyamıyorum,
uyanamıyorum,
bakamıyorum,
göremiyorum,
yiyemiyorum,
içemiyorum,
duyamıyorum,
konuşamıyorum,
olamıyorum...

bağdaş kurmuşum yatağın üzerine;
ellerim yüzümde,
bir ileri bir geri
sallanıp duruyorum...

geçecek mi
bu hiç hali?

aynaya baktığımda görebilecek miyim
kendimi?

2 Tem 2010

hep aynı tekrarların arifesinde

bat,
durma,
daha derine,
en dibe...
cenin misali kıvran
öz suyunda.
ama boşuna uğraşma
iplerini tutan,
hiç varolmadı hayatta.

sanırım hep yüzeceksin bu
alkol denizinde.
yıktığın tüm duvarların üzerine oturup,
moloz yığınları arasında;
evcilik oynayacaksın,
yüzünde sebebsiz bir sırıtışla.

hep var olup,
hep yok olacaksın;
sanki bir amacın varmışçasına.

şimdi otur ağla.
arkanda bıraktıklarına.

29 Haz 2010

deniz kokulu mumlar yaktık gecenin bir yarısı

ve etrafımızda mor lavantalar vardı,
kulaklarımızda still loving you.

sensiz bir kutunun
kapağına oturmuş
çökmesini bekliyorum
sessiz sedasız.

içime girdin
ve
iyileşti;
kabuklaşmış tüm yaralarım.

tenimde sadece
koku'n.
geçmesin.
geç-e-mesin.

daha sıkı sarıl.

24 Haz 2010

tutun'ama -yok'um

tutunacak bir şey arıyorum.
lazım olduğunda hiç olmaz zaten ortalarda.
yer sallanıyor,
gök dans ediyor;
ayaklarımın altında.
bu an,
o an ?
hayır değil.
daha var ayrılmaya.
biliyorum...
bir çok insan yüzü.
bir çok ses.
bir çok koku.
tutunacak tek bir cisim yok.
yer sert,
yer canımı acıtacak biliyorum.
ağzım kupkuru,
gözlerim bulanmış,kusuyor.
sesim;
her zamanki gibi çıkmıyor.
keşke yanımda olsan,
keşke yüzümden anlayıversen.

karanlık...

görmeyi beklediğim yüz değil
önümde belirginleşen yüz.
her zaman ki gibi.
bir yudum su,
iyi misin? soruları.
açılın hava alsın'lar.

ihtiyacım olan bu değil diye bağırmak istiyorum.
ihtiyacım olan;
onun kokusu,
onun elleri,
onun gözleri,
onun teni.

ama yok.
ellerim kelepçeli.
tek varolan,
karanlık.

19 Haz 2010

jilet

ellerim;
kan.
gözlerim;
kapalı.

üstü örtülmüş bir ayna,
tam karşımda.

baş parmağım
ve
işaret parmağıma
kıstırmışım.

bacaklarım.
önce biri,
sonra biri.
bastırmadan çok,
yavaşça.
düz ve boyuna.
sızıyor;
damla damla,
kelebekler
boğuluyor.

açmam hiç gözlerimi,
hele karşımda,
sadece ben varsam.

sadistliğimin dik alası,
kadınlığımdan kurtulmaya çalışmam.

sonuçsuz,
imkansız,
gereksiz.

derin bir yara.

baş parmağım
ve
işaret parmağıma
kıstırmışım.

sol gözümün hemen aşağısından
dudağıma..
bastırarak çok,hızlıca.
depderin,
nefretini kanırtırcasına.

hışımla çekilir hep,
o aynanın örtüsü.
gözlerimi hiç açmam.

baştan,
ayağa;
kıpkırmızı.
tatlı.
arzu'n yalamak.
ah o masum kaçışların.

baş parmağım
ve
işaret parmağıma
kıstırmışım.

sağ göğsümden
sol göğsüme,
geniş bir yuvarlak.
kararsızca,
hem yavaş hem hızlı,
bir ileri bir geri.

egonun zaferi;
kadınlığımdan kurtulmaya çalışmam.

içimde hiç büyümeyen çocuk.
ellerin boğazında,
ki kendisi çoktan boğulmuş
özsuyumda.

çarşaflar beyaz.
ben kıpkırmızı,
sen gölge.

şerefimize.

17 Haz 2010

turuncu mu turuncu japon balığı

şarap şişesine düşüp
boğulmuş
bir japon balığı.

fincanın dibinde kalan telve gibi
kapkarayım.
ortada hiçbir şekil yok.
yol yok.
kısmet yok.
haber yok.

ördüğüm seti yıktın
tüm sular gürül gürül
ellerim sırf çimento
yavaş yavaş kurumakta.

sonunu çok iyi bildiğim
bir filmi
oturup
tekrar tekrar izliyorum.

sen;
ölüyorsun
ben;
yaşıyorum.

bitti.

15 Haz 2010

gel


Hiç’in içindeyim,
Yüzümde kapkara bir peçe…

Yürüdüm…
Öyle çok yürüdüm ki;
Kesik kesik ayaklarım,
Yerlerde kıpkırmızı lekelerim.
Tutunmaya çalışırken,
Kırıldı hep tırnaklarım.
Çok yağmur yağdı,
Hep yüzümü çevirdim gökyüzüne;
Dilimi dışarı çıkardım
Tadının keyfine vardım.
Ve hep düştüm,
Gerçeklerin tam göbeğine.
Vaktinden çok önce yaşlan’dım,
Bir bir söndü
Gözlerimdeki fer.
Dudaklarımın kenarına yerleşti,
Çizgi gibi alaycı bir gülümseme.

Oturdum,
Sardım,
İçtim.

Hiç’in içindeyim,
Yokoluşu özümsercesine.
Özümsemeyi dilercesine.

Peçem bol,
Peçem gevşek.
Parmakların hep
O arada.

ama ne fark eder?

Hani hiç’tin?

Ne olur gel.

13 Haz 2010

-miş gibi - muş gibi


iç'im'in en iç'i...
hem bu kadar yakın olup
hem bu kadar uzak olmak
nasıl anlamsızlaştırıyor beni...
ihtiyacımız olan şeyi
inkar ederek
geçiriyoruz tüm günlerimizi.
kolunun koluma değmesini bekliyorum
yürürken.
hafifçe değiyor...
titriyor iç'im.
tekrarlansın hep,
onca yılın özlemini
geçirebilecekmiş gibi.
kimse yok,
sadece gözlerin.
tüm cümleler siliniyor dilimden,
bir tek terinin tuzu kalıyor damağımda.
kokuna mühürlenmiş bütün algılarım,
konuşuyorsun gözlerin gözlerimde.
kimbilir neler görüyorsun,
göz bebeklerimde.
ilk'miş gibi.
son'muş gibi.
hep,
-miş gibi -muş gibi.
düğüm düğüm;
ellerim,dudaklarım,gözlerim.
iki karış mesafede
can'ım.
iki karış mesafede
nefes'im.
cesaretim yok kapatmaya.
sağım,solum,önüm,arkam
sen.
ama ben hep sensizim.
hep bir dolu küfürlerim.
en çok bana.
ah evet en çok bana.
biliyorum.
kısılıp kalsam bu zaman diliminde,
hep aynı şarkı çalsa,
sen alsan elimi eline,
her yer sen olsa.
ve hiç geç'me'se...

8 Haz 2010

koku/n'm


bir ele
diğer elden
ne kadar çabuk
sinermiş
koku

rimelim
harita çizmekte yüzümde
ama
aynaya gidip bakmaya korkuyorum
ya çok netse?
ya gitmem gereken yolu
eksiksiz çizmişse?

alkol damarlarımda
balık gibi yine...
öyle çokta değil ama
bünyedeki balıklar
istekli olunca
yüzmeye;
ne havanın kötü olması,
ne de takviye kahveler işe yarıyor.

ey kendim
tıkasan kulaklarını
kaç yazar şimdi,
bağlasan gözlerini,
silinir mi o karanlıktan,
dudakların dokunmasada
bilmezler mi tadını,
ellerin dokunmasada,
bulmaz mı hiç yolunu.

kimin hoşuna gitmiş
senin gitsin gerçekler.
sen ancak otur,
hiç bitmeyen
yün yumağın ve 7 numara şişlerinle
örmeye devam et
boynuna geçirdiğin ilmeği...

ve örerken
hayal et.
boynunda nefesini hissettiğin
rüyanın.

7 Haz 2010

taş


Ağır ağır
Batıyorum
En dibe…

En doğru,
En düzgün,
En sıra dışı;
Yaptığım iş bu…

Batmak.
Ağır ağır.

Üzerine kustuğum
Kelimelerimden
Damla damla
Safra akıyor,
Artık.

Sus’ma’lı diyorum,
Yetme(z)di diyorsun.

Daha kaç sigara söndürebilirim?
Daha kaç gece bilinçaltımın renklerinde kaybolabilirim?

Hayal’etim;
Bulutlar kapladı bak
Dört bir yanı.
Geçmişin gölgesiyle
Bağladığımız yüzlerimizi
Çözemeyelim diye.

Yağmur da yağar belki,
Kendine saçma bir vaftiz
Misyonu üstlenerek.

Ve ben;
Saklandım,
En kuytu köşelerime,
Ne olur,
Ne olmaz diyerek.

Farkındayım,
Üzerine kustuğum kelimeleri
Bile çarşafa soktuğumun.

Yapacak bir şeyim
Var mı?

Tek elimde vicdanım,
Tek elimde hiç sönmeyen yangınım.

31 May 2010

bir'i'kin

şıp.
şıp.
şıp.

her şıp sesiyle;
yolun ortasında
gittikçe büyüyen
su birikintisine,
katılıyor.

gideni çok.
geleni yok.

dar bir sokağa sıkışıp kalmış...

yanında ki sol şeritten
çokça araba geçiyor.
bu daracık sokaktan,
bu kadar çok arabanın geçmesine
şaşırıyor.

lastik izleriyle
birlikte;
sıçradıkça ortalığa
azalıyor...

umrunda gibi,
ama değil gibi.

amaçsızlığın ortasında
dönüp duruyor.

ortasından aşınıp duran
lastiğin;
fazlalık havası
olmaya niyet etmiş;
ama olamamış.

kalakalmış bir mazgalın
kenarında.
çokça ezilip büzülmüş.
az bir hareket,
kanalizasyonun
hiç bilmediği
derinliklerinde kaybolmasına
yetermiş.

korkmuş.
kımıldayamamış.

26 May 2010

Kibir

Durmadan kelimeler sıralayabilir
Tam şuan
Çığlıklarının arasında…
Ama değişmez ki
Yıllanmışlığı.

Duygu kaşarı…
Hem de en profesyonelinden.
Kahkaha maskesini daha çıkaramadan
Hüzün maskesini takar.

Bilirsin.
Bilir misin?

Dengesiz dersin.
Ukala dersin.
Dersin de dersin.

Kişi kendini bilmeli der ya hep.
Kendini bilse de çıkamaz o labirentlerinden,
Ayakları mahkum hep
Dolaşıp durmaya…

Gülhane parkında,
Çekirdek çitliyor tam şuanda,
ruhu…
Eminönü’nden kalkan
Vapuru kaçırıyor…

Kaçırdığı ilk ve son vapur o.
Sonrası hep rüya.

Şarap şişesine saklanmış
Zamanın özlemi…

geç'miymiş?

Sev…
Her şeyinle teslim ol…
Ve;
Yala yüzündeki sahte hüznü…

Ama önce.
UYAN!

Sadece uyan!
Sadece bugün uyuma!
Sadece tek bir gün,
Uyanık kal!

Bencilliği için.
Doymak bilmeyen egosu için.
Her ne için olursa olsun işte...

Çok kanayacak bak daha sonra;
Bedeni.
Ruhu.
Ona ait ne varsa işte…

Ne olur…
UYAN…

Onun için değilse bile
Yalnızlığınız için.

(kendime hediye...)

24 May 2010

uç'malı

tam tepemde bir ses;
tak.
tak.
tak.

içim öyle tuhaf ki...
tam göğsümde bir şeyler can çekişiyor.
bedenimin tam bir parmak dışında
ruhum...
o kadar belirgin bir his ki bu.

her an yere düşebilirim,
her an kendimi bırakabilir,
ve boşluğa süzülebilirim...

kapatıyorum gözlerimi
gel
diye fısıldıyorum
yokluğa...

karanlık.

tek bir görüntü yok,
tek bir canlanma yok...

neden?

iki kelime arasına
konulmayı unutulmuş bir
virgül gibiyim...

bildiğim,benim dediğim her şey,
avuçlarımda ufacık bir yara izi.

süzülüyor iki damla
hiç ama hiç şaşırtmadan
yavaşça...

fonda;
anathema,
flying...


açma gözlerini!
uç!
durma!

emirler yağdırıyorum
çoktan hükmümün etkisini kaybettiğini bilsemde
kendime...

gitme..
kal..
üzgünüm..

lanet bir ucube olduğumu en başından beri biliyorsun.
seni kıracağımı,yok edeceğimi en başından beri biliyorsun.
bütün paranı kaybedeceğin bir kumara yatırdığını adın gibi biliyorsun.

evet ben senin kanserinim..
her gün
her saat
her dakika
her saniye
hücrelerini öldürüyorum..
savaşmıyorsun bile benimle...
öyle gönüllüsün ki ölüme...

açma gözlerini!
sakın!

istediğin kadar ağlayabilirsin ama...

paramparçayım.
bölünmüş.
tükenmiş.
bitmiş.

her seferinde toprağa elimi sokup can buluyorum.
yaprağını alıp bir bardağa koyduğun bir kaç gün sonra diktiğin
ve tekrar tekrar patlayan mor menekşeler gibi.

yararsız bir arayışa başladığımın bende farkındayım.

acı çekiyorum...

bunu istediğimden mi?
yoksa böyle olması gerektiğinden mi?
bilmiyorum.

sadece;

kalpleri birlikte atan
iki kişinin
ayrı odalarda
durup
içtikleri ve sevgilerini anlattıkları
şarap şişeleri gibiyim
birleşmeyi bekleyen
ama hiç
birleşemeyen.

bu yük çok ağır.
ben bu kadar güçlü değilim.

ağzımdan içeriye elimi sokup
tüm iç organlarımı dışarıya çıkartmak istiyorum
küçük parçalara ayırmak için.

bunu hakediyorum.

ki buna sadece ben karar verebilirim.

bu zincirleri kırıp
kıramayacağımı
sadece ben bilebilirim.

bu cezanın bitip bitemeyeceğini de
sadece benim bildiğim gibi...

tıpkı

döndüğünde...

yere yatırıp boynumu kesip
kanımı toprağa akıtacağını
bildiğim gibi.



21 May 2010

bil(me)mek

ütü basıyorum
tam şu an
gözlerimin etrafındaki
göremediğin o çizgilere...

evet
ne gerek var diyorsun
biliyorum.

fakat,
dinmedi daha yaşlarım
bilmem bunun farkında mısın?

hep başa sarmalıyım bu yüzden.

daha ne kadar derine batabiliriz
dersin?
çok uzun süre daha nefesimi tutabilirim ben.
ya sen?

bıkmadın mı hem,
hala nefesini tutmaktan?

ne kadar çok biliyorum diyorum bu aralar.

biliyorum.
biliyorum.
biliyorum.
biliyorum.

ama işime hiç yaramıyor bilmek.

bildiğimi bilmekte senin işine.

peki;
hiç sıkılmadın mı,
hala beni bitirmeye çalışmaktan?
yorulmadın mı,
hala unutamamaktan?

biliyorum.
biliyorum.
biliyorum.

ama yine de...
işte...

peki;
gözlerini kapatsam,
körebe oynarmış gibi...
çevirsem seni kendi etrafında...
beni yakala(ma) diye koşuşup dursam çocuk gibi...
durduğun yerde kalsan,hiç kımıldamasan,
sanki yakalamak istemiyormuş gibi...
kollarını uzatıp şıp diye bulamaz mısın beni hala kokumdan?

biliyorum.
biliyorum.

ama yine de...
yani...

peki;
şimdi ben desem...
her zaman ki git demelerimi
ters yüz edercesine...
düşünmeden,
gözünü bile kırpmadan,
hiç duraksamadan...
der misin?

biliyorum.

bilmemeyi tercih edercesine.

ama...
yine de...
işte.

17 May 2010

oynayın durmayın

benimde saçlarım var
tıpkı gözüm,burnum,kulağım
ve bir ağzımın olduğu gibi...

kafamda siyah beyaz çizgili bir şapka,
ayaklarımda siyah rugan ayakkabılar,
üstümde bembeyaz bir elbise var...

biriniz bir yandan,
biriniz bir yandan,
çekiştirip durun beni...

biriniz gözlerime parmaklarını sokarken,
diğeriniz saçımdan bir tutam koparın...
biriniz ağzımı dikerken,
diğeriniz kulaklarımı tıkayın...

tek bacağım yok artık benim.
sanırım tek kolumda öyle.

ayağım kimde kaldı?
ya kolum?

daha kaç parçaya ayırabilirsiniz beni?

hangi parçam hanginizde diye kavga da eder misiniz?

biriniz sessizliğiyle vurur,
diğeri tüm çığlıklarıyla yıkar,
bedenimi...

biriniz oynamak istemez,
ama
diğeri eline aldığında kıskanır,
bir tutam daha saç kopartır yoluk yoluk olmuş kafamdan.

biri kaldırıp duvara atar,
ayakkabım çıkar ayağımdan...
diğeri alıp ayakkabımı giydirdiğinde
ben giydirecektim diye kıyamet kopartır.

gözlerime soktuğunuz parmaklarınızda kan var mı?

ağzımı dikerken söylediklerinizi hatırlıyor musunuz?

bakın!

daha tek kolum
ve
tek bacağım var yerinde duran...
az biraz daha saçım kaldı.
kafamda yerinde duruyor biraz sallansada.

içimden biraz elyaf çıkmış ama ne olacak...

en sevdiğiniz lahana bebeğiniz değil miyim ben sizin?

yanakları hala kıpkırmızı,
gözleri boncuk boncuk,
upuzun siyah saçları,
kafasında siyah beyaz şapkası
siyah rugan ayakkabıları
bembeyaz elbisesi,
tombik elleri ve ayaklarıyla
ilk elinize aldığınız halimi
hatırlamıyor musunuz hala?

ne olacak...

durmayın devam edin oynamaya...

ağzımı dikip
gözlerimi oydunuz ya.
nasıl olsa;
bir seçme hakkım bile yok ortada!

15 May 2010

uyu

rüzgar çıktı...
sabahtan beri öyle sıcaktı ki...
güneş bir piçti sanki
ve
babasızlığının acısını bizden çıkarıyordu.
sanırım gök çok içerledi buna.
birazda kızdı sanki...
sabahın 4'ü olacak neredeyse
ve yağmur yağıyor
bardaktan boşalırcasına...

içimden çıkardığım
kollarıma muhtaç çocuğun
hayaleti
tam arkamda...
koynum olmadan uyuyamayan melek
şimdi nasıl uyuyor huzurla?

söyle içim...
daha ne kadar katlanacağız bu maskelere,bu ikiyüzlülüğe,bu yalanlara?
daha kaç nefes çekeceğiz kavrulacağımızı bile bile bu eriyen karların dumanından?
daha kaç gece cehennemin ağzında şakır şakır ıslanacağız?

ve sen...
varlığı daim olan ama hep inkar edilen,
hep çok güçlü ama hep korunmaya muhtaç,
sevgili sen söyle...
ne kadar daha yakacaksın beni kendi ateşimde?
ne zaman beni kollarına alıp dindireceksin acımı hiç yaşanmamışçasına....

uyu;
içimden çıkardığımı sandığım...
koynumdaymışçasına...

ben uyanığım bak işte;
bizsizliğe ihanet edercesine

12 May 2010

reçete

Günde 3 defa yuttuğum
1000 mg’lık antibiyotikler
Daha da sersemleştiriyor
Boktan vücudumu.

Oksijenim çok az,
Uzun zamandır.

Kış bitiminde toplanan
Kömür sobasının boruları
Daha az kurumlu,
Ciğerlerimden…

Sensiz olmaya ne kadar katlanabildim ki,
Sigarasız olmaya katlanabileyim?
Hem senin;
Ne zifir oranın vardı,
Ne nikotin oranın,
Ne de karbonmonoksit oranın.

Günde;
5 bardak ıhlamur,5 bardak su.
2 defa sırta ve göğse vicks.
2 defa burun spreyi.
3 defa antibiyotik.
1 defa ateş düşürücü-ağrıkesici.
1 defa balgam söktürücü.
20 adet sigara yerine 6-7 sigara.

Bak çaresi var
İyileşmek adına,
Her şeyin.

Ama yazmıyor ki doktor,
Bir reçeteye;
Balgam söktürücü kadar rahat,
Acımızı söküp alacak bir şey.

Sustuğumuz her gün
Sol tarafımıza işleniyor

Biliyorum.

İradesizliğimi bir kez daha kanıtlayarak,
Üflüyorum dumanımı;
Ciğerlerimden,ciğerlerine
Ağır ağır.

9 May 2010

ben senin ilk ve tek eserinim

Benim yaşımdayken sen;
anaokuluna başlamıştım ben...
Ne kadar tuhaf geliyor şimdi;
anaokuluna başlayan bir kızımın olması...
Öyle küçükmüşüm gibi geliyor ki hala
Her gördüğüm kabusta
Yanında alıyorum soluğu,
Sıcacık,güvenli koynun hep huzur veriyor...
Gönlümün Sultanı;
Aklımın yol göstericisi.
Ah!
Ne çok kırdım ben seni
Ah!
Ne çok parçalara ayırdım
Ah!
Ne çok ağlattım...
Her seferinde gözyaşlarımızla yapıştırdık
Yerden toplayıp kırılan parçalarımızı...

O kadar çok şeyin üstesinden geldim ki senin sayende
Varlığın hep öyle bir güven verdi ki bana
Öyle güçlü,öyle yıkılmaz,öyle sağlamsın ki
Hayatımdaki tek korkum senin gibi olamamak.

Nasıl sığarsın ki sen kelimelere?
Nasıl anlatabilirim ki seni beynimin sınırlı cümleleriyle?
Duruyorum saatlerdir yazabilmek adına;
Geçirdiğimiz yıllar gözlerimde biriken yaşlarda...

Doğrumsun.
Yanlışımı düzeltensin.
Gözümün içine baktığında,
Korkutansın.
Ağzından çıkacak her cümleyi,
Emir saydığımsın.
İlk ve sonsuza kadar ne yaşanırsa yaşansın;
Sevenim,
Terketmeyenim,
İnananım,
Güvenenimsin.
Hep yanımda dimdik,sapasağlam
Duracak olanımsın.

Boynumun incelip incelip kıl olduğu tek yer senin karşındır.
Sana olan sevgimi,saygımı,güvenimi anlatamam ki ben Sultanım,
Ne yapsam ödeyemem ki ben hakkını.

Ben senin ilk ve tek eserinim

Öyle güzel,öyle sade,öyle pırıl pırıl yazmışsın ki
Okuyanların manalarıyla bile kirlenemiyorum ben Annem...

Canıma can katan
Şimdiye kadar aldığım,
Bundan sonra alacağım,
tüm nefesler sana kurban olsun.

8 May 2010

şömine

sönmüş...
al eline maşayı,
karıştır külleri;
uğraş ufacık har bulmak için...
ve bul sonunda hiç şaşırmadan;
sonra karıştır durmadan...
yansın hiç sönmeden...
yanalım..
yan...
yak...

(sarhoşluğuma)

6 May 2010

misal

Akşamdan kalma ispirto şişesini alıp
dökerek dönsem etrafımda,
kibriti ateşlesem
ve
bırakıversem ellerimden…
mavi ve turuncuyu izleyerek,
o minicik dairenin içine yatsam.
zehirler miyim kendimi,
ateş yakmadan her yerimi?

4 May 2010

durma sen,sar başa

Kapkara perdelerimi çektim.
Tek kişilik çocuk yatağıma,
Bembeyaz çarşaflar serdim.
Kırmızı ve yeşil bir kova koydum yanına…
Bir müzik çalar,
Birçok torba portakal,
Birçok paket sigara,
Birçok şişe alkol,
Birçok kutu sakinleştirici…
Kapıyı kapattım;
Ve arkamdan kitlemelerine izin verdim…

Gidebilirsin şimdi,
Kuruttuğun bedenleri
Yanına alarak…
Dıştan çok parlak
İçten hep mat olan ruhunla,
Tüketebilirsin seni isteyenleri
Birer birer…
Oturabilirsin yirmidört saat
Bir koltukta,
Hallaç pamuğu beyninle,
Yeni avlar arayarak…
Zehirli dilini değdirebilirsin
Kaybolmaya yüz tutmuş ruhların
Heyecan arayan bedenlerine…
İçlerine girebilmek için,
Bildiğin bütün numaraları sergileyip,
İstediğini alınca,
Suratlarına bakmadan kaçabilirsin…
Kalene geri döndüğünde;
Dökebilirsin birkaç damla,
İçinde öldürdüğün adama.
Sonra tekrar başa sarabilirsin
Çalmaya doyamadığın,
Manyetik bandı bozulmaya yüz tutmuş,
Kasetini…

İşte şimdi ben…
Günler belki haftalar süren çabamla…
Kusuyorum,
Kırmızı renkli kovama;
Rengi parlak mor olan
Tüm zehrini.
Titremelerimi,
Bir daha yaşayamayacağım
Eşsiz bir orgazm gibi kabulleniyorum.
Gözeneklerimden çıkan
Her bir ter damlasını,
İnananların kutsal saydığı
Zemzem suyuymuşçasına
Yeşil kovama doldurmaya çalışıyorum.
Kıvrandığım bembeyaz çarşafa damlattığım
Portakal lekesini yalıyorum
Güzelliğini bozduğum için
Kendime kızarak…

O kapı açılacak az sonra biliyorum.
Karmakarışık saçlarım,
Titreyen bacaklarım,
Sıkmaktan kramp girmiş ellerim,
Ağlamaktan artık yerinde olmadığına
İnandığım gözlerimle,
Banyoya doğru yol alacağım…
Kaynar suyun altına girip,
Tenimi haşlarken,
Kulaklarıma;
Başa sardığın,
Manyetik bandı bozulmaya yüz tutmuş
Kasetinin sesi çalınacak
Kahkahalar atacağım,
Hissizce…

(Dokun(ma)-Dant'el devamı aslında sonu)

3 May 2010

rüya

o bulut benim aslında
dedim ve sustum,
saçmalamanın saçma kısımlarında dolaşırken...
neyi neden söylediğimi,
bir anlamı olup olmadığını,
sen hep bilirdin zaten...
yağmur yağdırmaz o bulut,
bak nasıl kızıla çalıyor dedin.
ya yağdırırsa diye inledim...
gökkuşağı çıkar o zaman;
belki çıktığı yeri bulur
alırız kazandaki altınları dedin,
ayışığını kıskandıran gülümsemenle birlikte.
cüceleri de görür müyüz? diye sordum
hafifçe gamzelerimi çıkartarak...
"carnavale"de ki cüce olmaz ama
hayal kurma boşuna dedin,
ya olursa diye mırıldandım.
sustun...

"rüyamda;
papatya dolu yemyeşil bir kır vardı,
ayaklarım çıplak oradan oraya koşuyordum
sen motorunun yanına oturmuş
bana papatyalardan taç yapıyordun
ama ben yine sana kızıyordum
neden benimle koşmuyorsun diye."

papatyadan taç nasıl yapılıyor? diye sordun.
"bilmiyordun madem neden benimle koşmadın
orada oturup bana taç yapmaya çalıştın"
dudaklarımı düşürüp sustum...

ben de rüyamda;
unutkanlık nehrine giriyordum,
geçmişin geçememesini geçirmeye
çalışıyordu,
iki zebani başımda.
dedin ve sustun.
gözlerimi koca koca açarak
geçmişin geçememesini geçirebildiler mi?
diye sordum.

elindeki üzümlerden iki tanesini ağzıma atarak,
sonra papatya tarlasına taç yapmaya geldim motorumla
unuttun mu? dedin ve öptün dudaklarımdan...

battaniye,gıdıklama ve öpücük
üçgeninde yaşadık,
bir kaç yüzyıl...

merdivenlerden bir çırpıda indik
elele,
ayaklarımız birbirine dolaşarak
acelenin belki de ecel'e'sin de...

nereye gidiyoruz diye
sordum kahkahalar atarken...

bilmiyorum dedin,
yüzüme hasret
bir iç çekişle birlikte;
gülümseyerek...

takmayalım kasklarımızı bu kez dedin
takmayalım dedim...

döndün yüzünü...
dudakların dudaklarıma dokundu..
döküldü,
gökkuşağının altına altınlar...

sarı bir kamyonun,
asfalttaki lastik izlerinde
seyrediyor aşkımızı,
ilk yardım bildiğini sanan
yurdum insanları...

rüzgarın uçurduğu beyaz papatyalar,
kırmızı saçlarımla kapanan yüzümüzün
etrafında...

iki zebani başımızda;
giriyoruz unutkanlık nehrine,
geçmişin geçememesini geçirmeye...

26 Nis 2010

üçyüzaltmış derecenin alt'ama'ma'sı

alkol damarları akvaryum bellemiş
balık gibi yüzüyor...
her geçen saatte
akvaryuma daha fazla balık doluyor...
her an tepki vermeye hazır kaslar
tepkisizlik içinde boğulmaya başlamış..
diller yalpalayıp boşvermiş artık cümle kurmayı...
mantık devreden çıkmış,
hiç tanımadığın adamların/kadınların ellerinde ellerini
bulmaya başlamış herkes...
Mekanlar kesmemiş
başka mekanlara doğru yol alınmaya başlanmış...
işte tam o anda
her şey durmuş...
zaman-mekan-yer-insanlar hiç bir şey kalmamış...
slowmotion bir şekilde geçermiş gerçekten insanın bütün anıları
aklından o kısacık anda...
görmeyi istemeyeceğin ne kadar şey varsa görürmüşsün...
kiremit tozlarına bulanmış ellerim bak
yaptığım çamurdan pastayı kaplıyorum...
deliler gibi kulaç atıyorum,önümde 1 saniyelik mesafe
evet daha hızlı kulaç at,bedenini fırlat kapa o 1 saniyeyi
ve tak madalyayı boynuna...
küfür etmemelisin o yumruğu o çocuğun suratına atmamalısın,
bak geçirdi boynundaki çapayı kafana,her yer kan içinde...
ne olmuş yakın arkadaşın hoşlandığın çocukla çıkıyorsa o hala en yakın arkadaşın ki nefret etmemelisin ondan...





ve tiradın burda biter...
evet kazanacaksın o sınavı ve sahne tozundan ayrılamayacaksın emin ol buna hocalar sana bayıldı...
Ama baba sahne tozu yutanlar boş beleş insanlar değildir.Hayır değildir.Mümkünse görüşmeyelim baba,nefret ediyorum senden...
Şebnem Ferah beni sevmezsen yağmurları sev diyor ellerim ellerinde doğum günüm..bağımsızlığımın ilk günü...Ve seninle ilk günüm..ah ne mutlu,ne sarhoş,ne bencilim...
Pasaporttayız bak..iki yumruk bir tekme geliyor senden bana.
Dudağım şiş,başım şiş,bacağım mosmor...Köpeğim ama sana..
attığın sopayı koşup tekrar sana geri getirmekten vazgeçmiyorum..
Küçücük odadayım..Vizeler mi var finaller mi? Kızın teki arıyor..Aldatıldım..Evet evet..bende sonunda aldatıldım..
Ama ilk benim seni aldattığımı öğrenemeyeceksin hiç bir zaman...
Annemin kollarındayım ya...Ne gelirse gelsin..Su içinde yüzüyor sanki tekrar bedenim...
Tatlı,sevimli olan sensin ben soğuk uyuz mendebur olanım diyor adam kilometreler öteden,yetiştirmeye çalıştığın projenle uğraşıyorken sen montaj masasının başında...
Hayır sen tatlı sevimli bir kedisin diyorum içinden gülümseyerek...
Deri mont,üsküdar,kız kulesi,sıcacık eller,kalbi kocaman bir adam,vega,bira ve ...
Soğuk bir otobüs camına dayalı alnım,ışıklar geçiyor hızla..
lastik izlerinin bol olduğu asfaltlar...ve sıcacık bir gülüş kollarımda...
Beyazlar içindeyim bak,üşüyorum...Ne çok isterdim yanımda olmanı ve ellerimden tutmanı..Bak aşkımız uçup gidiyor içimden..İki damla akıyor gözlerimden...O kadar..Hiç ağlayamıyorum...Buz kesiyorum...
Mavi saçlarım uçları kıpkırmızı...Kafamda kepim...ellerimde İstanbul hayallerim...
Köleyim ben..sistem kölesi..
Mavi gözleri,elleri,dudakları,hayalleri...benden sonra tanıdığım en saf,en hesapsız kitapsız insan hayatımda...Sıcacık yanı...
Ah bu ağacı kesmesinler ve ben hep dinleneyim gölgesinde...
üçyüzaltmış derece dönüyorum havada.
hayatım üçyüzaltmış defa geçiyor gözlerimden,
ellerimden,
yüreğimden...
bitti mi?
diye bağırıyor birileri...
Dedim ya birileri...
Hafızam geçmişte..
şimdi yok..
gelecek yok...
bırakın beni uyuyayım diyorum..Uyumak çok güzel..
Bak bir daha açılmayacak gözlerim biliyorum diyorum...
Yıldızlar ne çokmuş aslında...
kendine gel diyorlar.
Açıyorum gözlerimi
var mı bir bira daha diyorum...
ters dönmüş arabanın yanında sırt üstü uzanmışız dört kişi..
kahkaha atmaya başlıyoruz.
deliler gibi gülüyoruz.
sigara istedi canım diyor biri
yine gülüyoruz...
sıçtınız film şeridime diyorum..
gülüyorlar...
kaç kere yaşar insan bu şeridi diyorum.
yine gülüyorlar...
sirenler çalıyor...
çok rahatsız ediciler...

24 Nis 2010

sessizlik ve çığlık

"Kara sevdanın" esmer bir kız olduğunu zannetmek bir yana
Tüm hevesi kursağında kalmadan tükenebileceğinden bile,
Emin olamıyordu insan öyle bir gecede.
Kulakları tırmalarcasına gök gürültüsü yoktu belki ama
Varmışçasına tırmalanmasını hayal ediyordu belki de "adam"

Kar yağsın diye dua etti o gece pencerede "kadın"
Camı açmış yağan yağmuru içine çekerken
Adı tesadüf etti dudaklarına "mavi gözlü" adamın
İçinde yaktığı varlığının külleri saçıldı her yanına
Tıpkı yağması beklenen kar gibi...

Belki bir an için o "adam" olabilmişti yüreği
Ümitlenmek faydasızdı geriye.
Tükürürcesine söyledi tüm o sözleri
Her birine kin , her birine nefret doldurdu
Bir cinnet arifesine doğum yapmışçasına
Ikındı söylemek için
Seni sev....

Her bir nefesi nimetten saymaktı belkide sevmek
diye düşündü kadın ürperirken içine işleyen rüzgarla
Parçalanmış bir yüreği onarmanın pek çaresi yazmıyordu kitabında
Sevmenin vakti daralıyordu
Yaşanan bu anılar sağnağında...

Her ihtimali düşünüp kol yeninde sakladığı not defterini çıkardı
Ölüme çıkıyordu her kapı ve her ölüm bir başka sevdaya kenetli.
Korkmadı bu sefer düşünmedi geçmişi
Gitmedi bu sefer , yanaşmadı sevdaya
Maviydi , biliyordu ölümlüydü...

Sabaha varmayacağını düşündüğü her gece gibiydi bu gecede
Ama biliyordu yumduğunda gözlerini
Anılar labirentinde kendini kaybedeceğini
Özgür değildi ölümlü bedeni
Kaybettiği okyanusta boğulmayınca...

Denizler çığlık attı yokluğuna ,
Ve bir teki bile kabul etmedi gelişini.
Yalnızlığın telkinlerine esir
Görkem yoksunu bir nehirde tıkanmış kederi
Belki bir kez olsun göz yaşlarıyla yıkadığı bedeni
Unutmadı sevdasını...

Görmedi,duymadı,hissetmedi...
Kusursuz bir iç çekişti varoluşunun sebebi
Ne geceler karanlık ne de gündüzler aydınlıktı
Ruhunu martılara yükleyip
yokluğuyla kahrolan denizlere yolladı...

Herşeye bir merhaba , her gülüşe bir elveda ekledi istemsizce
Karaladığı herşeyi yırttı attı
Cinayet kurbanıymışçasına yerini aldı boyutsal düzlemde.
Tükenmenin eşiğine gelmişti artık.
Nefesini toparladı , belki de haykırmaya hazırlandı özlemini
Herşey bir başka şekil almıştı artık.
Sigarasını söndürdü , odayı havalandırdı.
Uykuya hazırdı , belki de sonu yoktu delirmenin.
Belki de hiç birşey daha bitmiyordu.
Güneş doğmadı o sabah.
Belki de yeni bir sevda yeni bir geceydi onun için.
Karanlığa karıştı.
Savurduğu kara pelerin göründü ay ışığında.
Güneş doğmamıştı ama
Umut...
O da bilinmezdi zaten hikayede.

Teşekkürler---> Sarp ve Ayşegül...

Muhteşem bir geceydi..

dant/el

Gitarının tellerinde gezen
Ama basmaya kıyamadığın
O la notasıydım belki de ben…

Etine doyamadığın
Ucuz bir fahişeydim belki
Sadece geceleri koynuna aldığın…

Yıllarca farketmeden içtiğin
Kahvenin köpüğüydüm belki ben
Sana geleceğini fısıldayan…

Geri dönüşüm kutusuna attığın
Ama her seferinde oradan çıkartıp
Masaüstüne koyduğun
O fotoğraftım belki de…

Sıcacık yorganındım belki
İçine girdiğin
Ama her seferinde çıkmak zorunda kaldığın…

Her orgazmında doldurduğun
Ama hiç umursamadığın
Prezervatifindim belki de…

Belki de başka tenlerde
Bıraktığın ve hiç özlemediğin
Kokundum ben…

Öldürdüğünü sandığın
Dokunuşlarının hazin
İç çekmesiydim belki…

Şimdi söyle adam
Hiç yok muyum?
Gözlerinde…
Ellerinde…
Dudaklarında…

Sperm kokan yatağının altında kalan yırtılmış tanga
Olmak için
İhaleye girdim işte bende,
Hayır diyemeyeceğin
Bir teklifle…

Ya reddet
Ya kabul de…

(Dokun(ma) devam...)

22 Nis 2010

dokun(ma)

Kimsesizliğinin acısını çıkartmaya kararlıydı
O gece,
Oturduğu bar taburesinde
Ağırlaştıkça ağırlaşıyordu…

Yanına yaklaştı adam.

Dokunmak istiyorum sadece dedi…

Sevilmek istiyorum sadece dedi kadın…

Sustu adam.
Uzunca baktı kadının yüzüne,
Dudaklarını aralayıp içine çektiği
Sigara dumanında uzunca süre oyalandı…

Haklısın konuşmaya gerek yok dedi kadın
Adam gülümsedi…

Kadının gözü takıldı adamın sağ yanağındaki gamzeye
Dokunmak istedi gülümseyişine…
Vazgeçti…
Barmene bir tekila daha söyledi...
Son nefesi çekip sigarasını söndürdü.

Adam bir sigara daha uzattı kadına
Sırf dudaklarının tekrar aralandığını görmek için…

Acele etmeden uzandı kadın ateşe doğru
Kırmızıya boyanmış dudaklarını aralayıp
Kırmızıya boyanmış parmak uçlarıyla
Sigarayı dudaklarına götürdü ve yaktı…
Derin bir nefes alıp bıraktı
Tam adamın gamzesine doğru.
Pişman oldu bu yaptığından…
Gelen minicik içkisine uzandı elleri
Bardaktaki tuzu yaladı önce diliyle
Hızlı bir şekilde boşalttı boğazına doğru;
Kaybolma içkisini.
Limonu bastı dudaklarına sonra…
Saniyenin onda biri bir zaman dilimi ayırdı adamın dudakları için…
Hemen kaçırdı sonra gözlerini.

Kadının kafasından geçen bütün düşünceleri
Bildiğine yemin edebilirdi adam.

Çok mu günah gizli o bedende diye sordu kadına
Kadının gözleri büyüdü önce
Sonra küçüldü.
Hafif bir gülümsemeyi çok görmemeliydi bu adama.
Bulaştıracak yaldızım kalmadı dedi kadın.
Adam yine gülümsedi;
Dokunmalı diye düşündü kadın,
Olacakları düşünmeden olmalıların içinde boğularak…

Ellerini uzattı kadının saçlarına doğru
Tekila, bira, tütün ve mandalina kokusunu içine çekti.
Umursamadan dudaklarına götürdü parmaklarını,
O nefesi duymalı, hissetmeliydi
Son nefesmiş gibi.

Mırıltıyla karışık;

Dokunmak istiyorum sadece dedi adam.

Sevilmek istiyorum sadece dedi kadın.

21 Nis 2010

153

yıkanmaktan sertleşmiş beyaz çarşaflarda
izini bırakıp giderken sen
ruhum sıkışıp kaldı
o tek kişilik otel odasında...
koridorda koşup
belki aylarca bakamayacağım yüzüne bakıp
öperken dudaklarından
ellerimde kaldı parçalanmış yüzün...
parmak uçlarındaki tüm kesikleri
hediye ettin ruhuma...
dudağımdaki uçuğa özlemini yükleyip
gittin...
isteyerek değil
mecburiyetten
ama sanki mecburiyetten değil
isteyerekmiş gibi...
kalakaldım
bir yerlerden bulup buluşturduğun
A4'lere kısılıp kaldı yüzüm
evimizin duvarlarındayken...

17 Nis 2010

safra

ucu bitmeye yüz tutmuş bir kalem elindeki...
ne yazsa eksik kalacağını bilmekte;
kareli bir deftere
6 yaşında ezberlediği
a'larla v'leri n'lerle y'leri
bir araya getirip yazmaya çabalarken...
eksik kaldığını bildiği
bir melodi kulağında...
gerçekte duymadığı,
ama duymayı istediğini hissettiği
birinin sesi kulağında..
ne öğrendiyse hepsini unutmaya çalışmakta..
ne buraya ait
ne oraya...
hangi insan ait ki bir yere...
doldurmaya çalışıyor boşluklarını;
ucu bitmeye yüz tutmuş elindeki kalemle
ne hissedeceğini bilemeyerek...
ayakları altında sallanıyor dünya...
ağzını açıyor ve kapatıyor
sesini kaybetmiş sanki,
duyduğu sesler hep başkalarına ait...
tek istediği kendi olmak.
getireceği sonuçları biliyor...
suratına geçirdiği milyon tane maskeden nefret etmekte.
haykırmak istiyor artık,
herkesin haykırmak istediklerini...
bakıpta yüzünü gördüğü her ayna çatlıyor karşısında,
kusuyor tüm yalanlarını...
kimi kandırabilir ki?
sadece kendisini aldattığının farkında,
tıpkı sadece kendisini aldatmayı istediğinin farkında olduğu gibi...
yaptıklarının sonuçlarını kabullenemeyecek kadar çocuk.
herkese rahat bırakın beni ve defolun yanımdan diye bağırabilecek kadar çocuk.
ağzında safra tadı
yatıyor yatağına
o battaniyeden başka sarılacak kimsesi yok yanında...

12 Nis 2010

kaybettim aklımı

Elinde ki şekeri paylaşarak hayallerini göstermiş vaktinden çok çok önce yaşlanmış kahverengi gözlü kısacık saçlı bir kız çocuğu.
Bak annemle babam doğum günümde aldılar bu bisikleti bana diyor kırmızı dört tekerlekli bir bisikleti göstererek.
Armut ağaçlarının arasında yürüyoruz.Herkes bu ağaçlara tırmanamazdı diyor.Hep ben tırmanırdım.Ama annemle babam bu bisikleti alınca bıraktım armut ağaçlarına tırmanmayı.Herkes kızdı bana oynamadılar benimle çünkü bisikletleri yoktu.İşte o gün sürerken bisikletimi çağırdılar beni de.Yeniden aralarına katılmanın heyecanıyla ne kadar hızlı olabilirsem bu hantal bisikletle o kadar hızlı gittim yanlarına diyor.Taşlarla armut düşürmeye çalışıyorlardı. Güldüm hepsine kahkahalarla.Tam o sırada geldi kafama
o taş parçası.Balkonda annemin sesi.Herkesin çığlıkları..Hiç ağlamadım biliyor musun diyor.Bisikletimi aldım yavaşça yürümeye başladım.Babam yoktu nöbetçiydi yine. Yokluğunu düşününce gözümden yaş gelir gibi oldu diyor ama ben o sert asker babanın tek kız çocuğuydum güçlü
olmalıydım bir erkek kadar güçlü diyor.
5. katta ki evimizin balkonundan annem çıkmış kal orda diye bağırıyordu,dedem çoktan aşağıya koşmuş yanıma geliyordu diyor.Mutluydum ama ben,herkes benimle ilgileniyordu ya mutluydum diyor.
Şekerini bana uzatıyor,elimi uzatıyorum almak için.Ellerim kan içinde.Görüşüm bulanıklaşmış kafamdan akan kanlar yüzünden..Annem çıkıyor apartmanın girişinden koşarak,gözlerinde kendimi görüyorum 6 yaşında kahverengi gözlü kısacık saçlı bir kız çocuğuyum
kelebeklerin tek günlük ömürlerine acıyıp yine de kelebek olmaya özenen.
Bisikletime atlıyor kaçıyorum ta ki bir mazgala takılıp bütün yüzümü asfalta sürtene kadar...

İçime üflemiş nefesini;yüzüne kezzap atılan bir fahişe...
Kırmızı rujundan sürmüş dudaklarıma,aynaya bak ne kadar güzel oldun diyor sesi anne şefkatiyle..Gençtim diyor.Her gün gelirdi babamın bakkal dükkanına,pencereden izlerdim onu,o da göz ucuyla hep beni keserdi.Sonra köpek oldum o şerefsizin peşinde,ne isterse yaptım,ailemi arkamda bırakıp ufacık bir torbayla kaçtım ona.Küfürler etti,dayak yedim daha körpeciktim tenime sadece onun elleri dokunurdu ve işte beni ilk o pazarladı şişko ihtiyarın tekine...
Bilemezdim ki diyor...Gençtim diyor,hayallerim vardı benimde;Mutlu bir evim,huzurlu bir yuvam olacaktı diyor
simsiyah saçlarımı örerken elleri anne şefkatiyle.Her akşam küçücük mutfağımda yemekler hazırlayacaktım ona diyor.Aynaya bakıyorum.Yüzümde kezzap yarası,tüm yüzüme bulaşmış kırmızı rujum,saçlarım yoluk yoluk...Kaçıyorum arkamda kırılmış parfüm şişeleri bırakarak...

Değerini bile bile feda etmek zorunda olduğun kartlar vardır en zoru onlarla vedalaşabilmektir demiş en değerli
kartıyla vedalaşmış iç titreten bir ruh hassası...
Can acıtır aldatılmak.Güvenemezsin kimseye diyor, güvenilmeyeceğini ispatlamaya çalışırken.Soyun, tek istediğim içini görebilmek,giydiğin insan kostümü sana yakışmıyor.Avuçla göğüslerini parçalamak istercesine,içine al hayal kırıklıklarını,hızla git gel acının koynunda son kez yaşarcasına orgazmını diyor.Şeytan itaat ediyor her söylediğine.Gülümsemesi can yakıyor,biliyorum kaçmalıydım,ama kaçamadım o kendim kadar iyi yapacağını bildiğim kahvesinden yudumlarken diyor.Bir kez olsun
gelmeliydi evime,tadına bakmalıydım kırmızı rujunun, gamzelerinden tutmalı içine girmeliydim en acımasız halimle
haykırışlarını duyarken diyor.Tuttuğu saçlarımdan bir tutamını ellerinde bırakıp uzaklaşıyorum zehrini dilimde
hissederken.İğrenç bir karısın sen diyor ruhumun fahişesine ruhumun iyi olan tarafı biliyor hiç kazanamayacağını.
Ama kaçıyor yine de dilimde zehrinin tadı...

Arkana bakma,asla ama asla arkana bakma demiş koltuğundan hiç kalkmayıp tüm gün bilgisayar başında oturan bir alkolik...
Ben hep yalnızdım diyor.Akıllıydım,kendime güvenim vardı ama hep yalnızdım.Bunu ben tercih ettim diyor.Ta ki o geldi girdi hayatıma...Çocuk gibiydi hep;ilgiye muhtaç şımarık bir çocuk diyor.Ne kadar da güzel başlamıştı her şey. Sabahlara kadar içip sarhoş olup beraber şarkı söylerdik.Sonu yok bunun dedikçe ben neyin sonu var ki derdi.Eti puf,çubuk kraker ve üçü bir arada
kadar basitti bizim aşkımız.Tabi ki aşksa bu.Kırdık birbirimizi anlıyor musun çok kırdık.Parça parça ettik ve hiç toparlayamadık.Konuşma hakkı vermedik,hep başkalarının sözlerine inandık,yaralandık.O yaralar hiç kapanmadı diyor,yeşil tuborgundan bir yudum alarak.
Hala anlayamıyorum birbirimizi ne için kırdığımızı,ne için parça parça ettiğimizi.Ama arkaya bakmamak lazım yola devam etmek,pişman olmamak lazım biliyor musun diyor yeşil tuborgunu bana uzatarak.Kutudan bana bakan gözler görüyorum.İçimden aldırdığım onun hiç bilmediği ve hiç bilemeyeceği meleğin gözleri bakıyor.Ağlamış çok ve çok yıpranmış,her şeyin kırgınlığı içinde,kalbi parça parça olmuş.Fırlatıyorum tüm gücümle elimde ki kutuyu bilgisayara.Masmavi odadan kaçıyorum deliler gibi bağırarak...

Elimden tutup,yön göstermiş,topluluk içine hiç girememiş cüzzamlı ibne bir cüce...
Bak burası eskiden lunaparktı diyor.Tam şurada pamuk şeker satılırdı diyor eliyle demirleri çoktan paslanmış bir pamuk şeker arabasını göstererek.Az ileride aynalar vardı diyor,hızla ama küçük adımlarla oraya gidiyoruz.Tam şurada tanıştık onunla,o kadar güzeldi ki,cildi bebek gibi parlıyordu en fazla 20 yaşındaydı,körpecik,yan gözle bana baktı ve gülümsedi diyor,kurtuluşum yoktu artık ondan...Ama beni bitirdi diyor,hep daha fazlasını
istedi.Bende hep daha fazlasını verebilmek,için çok çalıştım,çöktüm,kayboldum..
Bir gün diyor,eve çok geç bir saatte döndüm,inleme sesleri evin her yerinden duyuluyordu,gözümü bile kırpmadan öldürmeyi düşündüm ikisinide elime aldığım kör bıçakla,
yapamadım arkamda kan damlaları bırakarak çıktım gittim..İşte o gün hastalandım şu kahrolası elimde ki yara yüzünden diyor elindeki şarap şişesini uzatarak.Tam bir yudum alacakken gözüm aynada ki ellerime takılıyor.
Her yeri yara kaplı ellerimde eğrelti durmuş efes güneşi yere çarpıyor,patlıyor her yerşarap,arkama bakmadan koşuyorum..

Kalbimi al senin olsun,bana ne yaparsan yap,senin için ölürüm ve öldürürüm demiş haddinden fazla yakışıklı bir adam...
Çok can yaktım diyor söze nereden başlayacağını bilemeyerek.Çok leşim var arkamda.Ama suç benim değil, sonsuzluğumu paylaşacağım birini aradım ben yıllarca diyor.Sözcüklerimi paylaşacak birini aradım.Biri sana her şeyini verir ama sen bir şey hissetmezsin.Aşk böyle bir şey işte.Bir çeşit köpeklik.Hep bir taraf daha fazla.Ben hep az olan taraftım.Ta ki o karşıma çıkana kadar.İftiraların altında ezilmiş yıpranmış,kuytu bir köşeye saklanma ihtiyacı duyan,bebek sevgili.Bir çeşit rüzgar.Herkesin hayatına girmiş ve herkesin hayatını tarumar etmiş;en çok kendi hayatını sikip attığının farkına varmamış hiç.Her rüzgarın gelip bir ağaç gölgesinde dinlenmeye ihtiyacı vardır dedim ona çok sıcak bir ağustos öğleni.Sanırım bu cümleleyle sundu hayatını bana diyor.Bıraktım her şeyi,bıraktı her şeyi...Korkmuyor muyum?Elbette çok korkuyorum.
Bir rüzgarı ne kadar tutabilirsin ki bir ağaç gölgesinde.Hayatları tarumar etmeye alışmış birisini ne kadar zincirleyebilirsin.Ama bir şeyi de farkediyorum. Sonsuza kadar yanımda o gidemez bir yere. Gider,eser,gürler ve yine geri gelir.Bir çeşit bağımlılık gibi.Her daim esrar kafası paylaştığımız diyor.Ciğerlerine çektiği tüm dumanı üflüyor suratıma.Öksürmeye başlıyorum.
Koşacak gücüm yok,esecek takatim yok yığılıyorum olduğum yere...

Eskisinden daha küçük gözüküyor dünya gözüme...
Sanki her şey mümkünmüş gibi...Her şeyi yapabilecek,her yere gidebilecekmişim gibi..
Sınır yok,dur durak yok...
Elinde ki şekeri paylaşarak hayallerini göstermiş vaktinden çok çok önce yaşlanmış kahverengi gözlü kısacık saçlı bir kız çocuğu.
İçime üflemiş nefesini,yüzüne kezzap atılan bir fahişe.
Değerini bile bile feda etmek zorunda olduğun kartlar vardır en zoru onlarla vedalaşabilmektir demiş
en değerli kartıyla vedalaşmış iç titreten bir ruh hassası.
Arkana bakma,asla ama asla arkana bakma demiş koltuğundan hiç kalkmayıp tüm gün bilgisayar başında oturan bir alkolik.
Elimden tutup,yön göstermiş,topluluk içine hiç girememiş cüzzamlı ibne bir cüce.
Kalbimi al senin olsun,bana ne yaparsan yap,senin için ölürüm ve öldürürüm demiş haddinden fazla yakışıklı bir adam.

10 Nis 2010

çıksam dışarı deliler gibi bağırsam

cevaplanmayan sorular,
merak edilen cevaplar,
elveda denememiş insanlar,
gazozlu şaraplar,
makarnalar,
akla düşen saçma sapan düşünceler,
siktir git demeler,
Yunan sınırları,
nöbetler,
beklemeler,
akşamdan kalma bir gerzek gibi davranmalar,
bol sigara bol kahve,
diye çığlık atma isteği,
değişime karşı değişmeme isteği ama başedememe,
varsın,
yoksun,
yeter gel,
ya da sen gel,
iki kişiye fazla bu beyin,
başedemiyorum,
dayanamıyorum,

Anathema,
ama
ama
ama
ama
ama
delirdi sanırım
ama sanırım,
belki de umarım ya da umalım...
koyver gitsin...
güven-me sak'ın!!!
üşüyorum,
kahve yapmalıyım,
karanfilli sigaramı çıtırdatmalıyım,
biraz daha çalışmalıyım,
ama özlememeliyim,
onu da,
onu da,
onu da,
onu da,
öz-le-me-me-li-y-im

6 Nis 2010

büyük erkekler

Dün otobüs bekliyorum Konak'ta.
Altında bok sarısı kadife bir pantolon,üstünde yeşil yün bi kazak,ağzı yüzü pislik içinde,elinde çekirdekler geldi oturdu yanıma.En fazla 10 yaşında...
Kulağımda kulaklıklar müzik dinliyorum.Bütün gücüyle yandan vurdu.Bir hışım kulaklığı çıkarttım bakmaya başladım.
"Ne dinlioon abla" diye sordu.Müzik dedim."Onu biliyoz heralde kimi dinlion?" dedi.Bilmezsin sen dedim iki kulaklığı elimle tuttum sesi sonuna kadar açtım kulağının yanına götürdüm.
"Abla bok gibi bu yok mu Murat Boz filan" dedi.Güldüm yok dedim.
"Abla hangi otobüse bincen" diye sordu.Hangi otobüs olursa dedim."Beni de bindirsene abla para almıyorlar küçük diye ama annem babam diye bindirmiyorlar" dedi. Nerde annenle baban dedim. dedi. Vardır da sen söylemiyorsundur dedim. dedi. İyi bakalım bineriz o zaman dedim.
"Korktun mu be abla sen benden" dedi. Biraz dedim.
"Korkma bir şey yapmam hem sen benim ablam değil misin" dedi...
Elinde ki çekirdekler bitti pantolonuna sildi ellerini,kazağına ağzını ve sümüklerini...Daha sonra da bir güzel gerine gerine taşaklarını kaşıdı...
Böyle yapmamalısın insanların içinde diye mırıldandım duymamasını umarak sokaklarda yaşayan birine akıl verdiğimi sanmasından korkarak...
"Sen kadınsın abla anlamazsın bak şu abilere" dedi.. Evet gerçekten,örnek aldığı otobüs durağı büyük erkekleri öyle yaparmış...
Nerde yatıyorsun diye sordum "orda burda" dedi.Ne yiyorsun dedim "ne bulursam" dedi. Evler var senin gibi annesi babası olmayanların kaldığı biliyorsun değil mi? diye sordum."Kötü şeyler oluyor abla orda" dedi.Nasıl kötü şeyler dedim."Kötü şeyler yapıyorlar abla orda çocuklar hep kaçıyor"dedi. Sikeyim hepsini dedim.
Kolumu tuttu."Olmadı abla yakışmadı senin gibi güzel kıza be" dedi.Sustum. "Paran var mı?"dedi.
2 lira vardı cebimde çıkardım.Bak tüm param bu dedim ve avcuna koydum.Ayağa kalktım otobüse binmek için."Abla al bu 1 lirayı belki lazım olur" dedi.Tamam dedim aldım..Arkamı döndüm yerden çantamı aldım ve tam o sırada kıçımın sol tarafında bir el hissettim.
Arkamı bile dönmedim...

30 Mar 2010

ya-za-mı-yor-um!!!

4 ay bitti kaldı 11 ay...
bir de ben artık yazı yazamıyorum...Gerçekten yazamıyorum..Nedenini çok merak ediyorum...

------
şimdiki zamanda yaşamamayı sağlayan eylem. ya geçmişi düşünürsünüz ya geleceği. geçmişteki anılarda kaybolursunuz gün gelir, gün gelir hayallere dalarsınız geleceğe dair. mektuplar yazarsınız. cevaplar beklersiniz . her gün posta kutusuna bakarsınız.
'bugün 90. günü ,onu görmeye gitmeme 34 gün var' demektir.

platonik aşktır.

onsuz bişey yapmak gelmez içinizden. ev kuşu olursunuz.
ona anlatmak istediğiniz şeyleri paylaşmak istediklerinizi her gün mail olarak ona yazarsınız.
her şeyi maillerde anlatınca gerçek mektupta yazacak bişeyler kalmaz.
ama herkes de size gerçek mektup yaz onu defalarca okur der..
hiç bitmeyecek gibi gelir beklemek.
bazen ne çabuk geçmiş günler dersiniz bazen daha bir sürü gün daha var dersiniz.
kafa karışır algı bozulur.
ama o yanınızda olmasa bile her şeyi onunla yaşarsınız.
daha önce anladığınızı sandığınız, insanlara "allah kavuştursun" derken acılarını paylaştığınıza inandığınız, fakat ancak ve ancak kendi başınıza geldiğinde ne olduğunu tüm ağırlığı ve uçsuz karanlığıyla kavrayabildiğiniz durum.
önce gideceği güne kadar yanında çektiğiniz acıları, en büyüğü sanırsınız ; bir türlü doyamaz, o ısıyı stoklarsınız.. yüzünden binlerce kare fotoğraf çekersiniz gözlerinizle..

sonra ertesi günden itibaren başlayan o tuhaf kıvranış, algılayamama, hissizleşme.. her an anahtarını sokup kapıyı açıverecekmiş ya da yan odadan gözleri uykulu çıkıverecekmiş, boşalan fincanını uzatıp kedi misali bakıverecekmiş gibi beklentilerle dolu yanılsamalar.. çiftten çifte, bekleyenden bekleyene, yaşanmışlıktan yaşanmışlığa fark var elbet, en önemli ayrım bu hissedilen boşluk kıyasında. evde, sokakta hatta şehirde onsuz yaptığınız hiçbirşey yoksa, 24 saatiniz birlikte geçmişse ve seneler dökmüşseniz ortaya, eh biraz da saplantılı bir bağlılığınız varsa, işte o zaman işiniz yaş. eve dönüp çıkardığı terliği yerinden oynatamadan günler geçer, yastığındaki yüzünün izi kaybolmasın diye yastık korumaya alınır, çay içtiği bardak yerinden kaldırılmaz, çay küflenir nihayetinde..

ilk geceden beraberce korkmuşsunuzdur, ve siz de uyuyamazsınız o gece, o gözünü kırpabildi mi diye..
sonrası da geçmek bilmez. algıda seçicilik tavana vurur, daha önce dikkat etmediğiniz asker haberleri yüzünden televizyon açamaz olur, yolda yanınızdan geçip giden askerlere "allah sabır versin" derken bulursunuz kendinizi.
tek emin olduğunuz geçmişinizdir, sırtınızı ona dayar, belirsiz geleceğe dair planlar yaparsınız. hırs olur biraz içinizde bu bekleyiş, bu arada yapmanız gerekenler adına. güçlü olmalıyım diye kendinizi zorlar, ama sıklıkla vurup geçen zayıflık hissine aldırmamaya çalışırsınız.

"aldatmaya en meyilli kadın" bakışlarına inat, daha bir gururla şafak kartını karalarsınız.
neticede bazılarının dediği gibi, gerçekten dopdolu bir yürekle beklenir ve sonunda vuslata erilirse, kimilerinin "her kadına nasip olmaz asker beklemek" cümlesini kendinize ispatlarsınız.

(sourtimes)

21 Mar 2010

ya düşersem

güneş batmadan hemen önce uzandım pencerenin koluna kapatmak için...Penceremin hemen önünde ki ağaca kuşlar tünemiş..Ne kadar güzel dedim birlikte tünemişler.Sonra düşündüm.Benim gibi sıkışıp kalmamışlar tek başlarına, ben tünediğim yerden düşsem düştüğümü kim farkedecek ki?

17 Mar 2010

özlemekten daha zor bir şey yokmuş

uzun bir gece...Alsancak'ta yuvarlanan bir kaç(ya da bir çok) kadehten sonra eve dönüş..
Sessiz sakin ve yalnız bir ev...
Saatlerdir oturmuş bilgisayarın karşısında fotoğrafına bakıyorum..Sanki içinden çıkıp sımsıkı saracaksın beni kollarında...
O kadar gerçek ki şu an..O kadar duygulu...
2 atasözü arasındayım.."davulun sesi uzaktan hoş gelir" ve "insanoğlu yanındakinin değerini o yokken anlar".2.'sinin atasözü olup olmadığından şu saatte şu kafayla pek emin değilim ama olsun artık o kadar..
Şimdi sen yoksun ya sanki %70'i sudan oluşan vücudum buharlaşıyor yavaş yavaş...Gözlerim baktığı yeri renkli görmüyor.Hep siyah beyaz her şey. Renkli gördüğümde etrafı kendimi bir garip hissediyorum sanki sana ihanet ediyormuş gibi.Biliyorum yanımda olsan kocaman bir derdin bana...Ama öyle değil işte..
Nasıl davranmam gerektiği hakkında hiçbir şey bilmiyorum şuan...Senin nasıl tepki vereceğin konusunda..Evet evet biliyorum yine her zaman ki gibi gereksiz düşünüyorum ama düşünmeden duramıyorum.
Sen yoksun ya şimdi ben hiç kahve içmiyorum..Tamam tamam içiyorum ama günde 1 ya da 2 fincan...Sigara desen 2 paketten günde 10'a düşürdüm..Pek müzikte dinlemiyorum..Sanki her şeyin hatırası var sanki hepsi acıtıyor...Pek uyuduğumda söylenemez tüm gece ve sabah ayaktayım öğlene doğru bir kaç saat uyudun uyudun seninle beraber hep nöbetteyim anlayacağın...
Sen gittin ya...Ben sevgilimi kaybetmedim en çok...Ve bilirsin ben şapur şupur olmaktan pek hazetmem.Ben en çok dostumu kaybetmenin acısını yaşıyorum şuan...Beni en çok acıtan boşluk belki de o...Omzunda saatlerce ağlayabildiğim,gerekli gereksiz kafasını boş cümlelerimle şişirdiğim,eğlendiğim,içtiğim,hep ama hep yanımda olan...
Ne kadar zormuş dayanmak...Ne kadar zormuş alışmaya alışmak...
İkiz gibi olmuşuz sanki.Birinin parmağına bir şey batsa diğerinin canı acır ya..İşte biz öyle olmuşuz yıllardır...Bu iyi mi kötü mü şuan hiç bilemiyorum.
Yokluğun bana çok acı veriyor.Her geçen gün,her geçen saat,her geçen dakika içimde bir yerlere batıyor.Canım acıyor sürekli...Buharlaşan su içimde kocaman bir boşluk yaratıyor.Yaptığım hiçbir şeyden keyif alamıyorum..Kitap okuyorum,dizi seyrediyorum,film izliyorum,bir yerlere gidiyorum,yeni şeyler öğreniyorum.Ama hiç biri beni mutlu etmeye yetmiyor.Çünkü kimseyle konuşamıyorum bunları kimseyle paylaşamıyorum.Bunu yapsam da kimse senin gösterdiğin ilgiyi göstermiyor..İlgilenmese de ilgileniyormuş gibi yapmıyor.Yüzünde şapşal bir ifadeyle hayran hayran izlemiyor ben konuşurken.
Sanki her an biri yanımda duruyor ve etime iğne batırıyor hadi ağla ağla ağla diye..
Her şey çok mu kötü..tabi ki hayır.Biliyorsun ailemin ne kadar rahat olduğunu,beni ne kadar çok sevdiklerini..Ama olmuyor ki öyle bir yer etmişsin ki öyle bir elim kolum gözüm olmuşsun ki dolduramıyor hiçbiri o boşluğu...
Şimdi şurda durmuş gözümden akan yaşlara yan tarafta duran fotoğrafınla biliyorum çok kızıyorsun bana...Beni üzüyorsun ama Esther çocuk gibi davranıyorsun ben hep yanındayım ben de seni çok özlüyorum seni çok iyi anlıyorum ama yapabileceğimiz hiçbir şey yok 1 sene sonra yanında olucam ve her şey çok güzel olacak diyorsun..
Ama..ama ben söz geçiremiyorum ki kendime...
Sen yanımdayken.... Hiç düşünmedim ki ben bir gün sen olmadığında nasıl uyurum diye...
Hiç ama hiç hazır değilmişim ben sensiz olmaya...Hiç düşünmemişim onsuz ne yaparım diye...
Ağlasam,zırlasam,kendimi paralasam ne fayda şimdi..
Ne geliyor elimden gecenin bilmem kaçında ağlamaktan başka..
En kötüsü de böyle birden bire aniden güçsüz olmak..Benim seni avutacağım yerde senin beni taa oralardan avutman.
Herkes bana kızardı hatırlıyor musun çok soğuksun neden ona karşı böyle davranıyorsun diye..Herkes senin bana ne kadar düşkün olduğunu benimse sen olmadan da hayatıma devam edebileceğimi düşünürdü.Ama biz hep bilirdik ya asıl sen bensiz hayatına devam edebilirdin ama ben sensiz bir hiç olurdum...Ama sen hep bilirdin ben çoğu fırtınamı sessiz sedasız içimde yaşardım kapalı kutu gibi...
Ama şimdi birinin bir şey söylemesi yetiyor.Ve ben çeşme gibi akan gözler ve bir burunla odama yollanıyorum.Çok ama çok güçsüzüm ve sürekli patlamaya hazır bir gözyaşı bombası gibiyim...
Ve daha seni görmeyeli 2 ay 14 gün oldu işin komiği belki 3 senede bundan daha az ayrı kalmış olmamız.
İnsan bağımlı olmamalı derdim ya sana.. ah ne salakmışım asıl ben bağımlıymışım da haberim yokmuş..
Bilmiyorum..Şuan ne yazdığım hakkında bile bir fikrim yok.
sanki sen yanımdayken hiçbir şeyin değerini bilememişim ve seni çok üzmüşüm gibi geliyor.ve eğer seni bu şekilde kaybedersem hayatım boyunca toparlayamayacakmışım gibi..Evet şuan bir daha aldım biliyorum..
Daha çok var be aşkım gerçekten çok var nasıl dayanır ki insan buna...

Seni öyle çok özledim ki...Dünyada ki hiçbir kelime bu duyguyu anlatamaz.Ne kadar çabalarsam çabalayayım ne kadar uğraşırsam uğraşayım..Şu an hissettiklerimi anlatamam o yüzden bence en iyisi zırlamayı kesmek ve uyumaya çalışmak...

ben seni ne çok ama ne çok severmişim...