17 Haz 2011

uykumun en tatlı yerine kazınmış silüeti

Düşüyorum tavşan deliğinden saliselerce...
Yere çarpıp,duruyorum sonra.
Ağaç kavuğundaki kapılardan geçebilmem için,
ne minik bir kurabiye var
ne minik bir şişe etrafta...
Umutsuzluğa kapılırken tam,
bir kapı açılıyor ardına kadar.

Uykumun en tatlı yerine kazınmış silüeti.

Çekinmeden gözlerimin içine bakabilmesiyle,
çelikten ördüğüm tevazum tuzla buz oluyor.
Zamanında yuttuğum her cümleyi;
safra olarak bırakıyorum ayakuçlarına.
Söylediklerinin aksine;
sahip olduğuma inanmadığım tüm gücüm tükeniyor
ve
aramızdaki bir adımlık mesafeyi okyanusmuş gibi aşarak,
dolanıyorum kollarına.
Hiçbir şey olmamış gibi sarıyor bedenimi.

Yutkunuyorum uzun bir süre.
Ama dudaklarımı aralayıp çıkaramıyorum sesimi.

Kahrolası bir rüya da bile soramıyorum...

Ömür boyu neden istemedin beni?

10 Haz 2011

ismim Toprak.Can veren Toprak.Yetiştiren Toprak.Gömen Toprak. '2'

Her şey sanki yavaşlatılıyordu bir el tarafından.Benim yan sandalyeye oturuşum,beni sahiplenen adamın karşı masaya doğru ilerlemesi,yumruğunu kaldırması,suratına indirmesi,ezilen eti,dudağının kenarından süzülmeye başlayan kan,yumruğu indiren adamın yere düşüp bayılması ve benim aynı anda kahkahalara boğulmam...
Herkes şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışırken,ikimiz kahkahalarla gülüyorduk karşılıklı masalarda birbirimizi yiyecekmiş gibi bakarken.Abartılı bir hareketle dilini çıkarıp dudağından süzülen kanı yalıyor.Tuttuğum nefesi bırakıyorum.
Yıllardır hüküm süren sonumun üç noktalarından biri işte böyle silinmiş oluyor.
O gece arkama yerleşip boğazımı sıkarak ulaştığı doyum sonrası daha net anladım ne kadar kaybolduğunu.O bir gezgin değildi. Suçluluk duygusunun s'si dolaşmıyordu bedeninde.Birbirimizi becerdiğimiz küf kokan minicik pansiyon odasının kapısına,kaçarcasına ulaşmaya çalışmayacaktı biraz sevgi hissedebilmek için.O,kalmaya gelmişti.
En yüzeysel haliyle O;av rolü yapan ama hiçbir zaman da avcı olamayacak kafası karışmış bir adamdı.Kararımı verip ayağa kalkıyorum ve giyiniyorum. Nefes almaktan, insanlardan, yaşadıklarımdan,kendime yaşattıklarımdan duyduğum bütün öfkeyi sesime yansıtarak 'iki gün sonra gel.' diyorum yüzüne bakmadan ve çıkıyorum odadan.
Gece lambalarının verdiği loş ışıkta topuklarımın sesiyle beraber yürürken birden durup,yukarı doğru bakıyorum ve gülümsüyorum.Az önce sol kolumda söndürdüğü sigaranın acısı içime işliyor.

Bir türlü vazgeçiremediğim o çok konuşması beni güldürüyor. Ağzına her vuruşumda daha da çoğalıyor kelimeleri. Duymamaya alıştım çoğu zaman söylediklerini.Yaşadıklarını hatırladığı ilk andan itibaren anlatıyor,tekrar tekrar.Hepsi benim anılarımmış gibi benimsedim artık.Gözümü kapattığımda;annesinin o çok sevdiği sütlacı yaparken tencereye koyduğu şekeri,babasının tütününü çarşafın içine koyup kıvırıp yalamasını, sevgilisinin altın buklelerinin omuzlarına dökülüşünü,sıkıcı iş arkadaşlarını ve götünü sikmek istediği patronunu görebiliyorum.
Normal bir ilişkiymiş gibi...
Beni yine ezberlediği(ya da ezberletildiği) kalıplara oturtmaya çalışıyor.Her gün görmeye çalışıyor,kıskançlık krizlerine giriyor,hiç açmadığım hediyeler yolluyor,sinemaya gitmek istiyor...Kısaca normal bir ilişkide ne yaşanıyorsa benimle yaşayabileceğini sanıyor.Bunu alamayınca yaptığını farkediyor ve kendine öfkeleniyor.Öfkesini,doymak bilmeyen sapkınlıklarıyla benden çıkarmaya çalışıyor.Bu kadar normal olmaya çalışırken,
kaçmaya çalıştığının normallik olduğunu sanması beni çıldırtıyor. Anlatmaya çalıştığımda dinlemiyor daha çok içiyor,etrafında kim varsa onunla kavgaya girişiyor ve yediği dayakla tatmin olup karşıma geçip mutlu mutlu sırıtıyor.

Bacaklarının arasına diz çökmüş kızı görmezden gelip yanındaki sandalyeye oturuyorum ve bacak bacak üstüne atıyorum. 'Bir türlü yontamadığım odun' diyorum bardağımı ona doğru kaldırıp bir yudum içerken.Bacak arasındaki benden belki on yaş küçük kız kafasını bana doğru çeviriyor ağzındaki dölü yutmaya çalışırken,gözleri fal taşı gibi açılıyor.'Kadınların senden korktuğunu unutmuşum' diyor kahkahasını atarken.'İnsanlar yaşamadıklarından korkar.' diyip kıza diğer yanımdaki sandalyeyi gösterip gülümsüyorum.Çekinerek oturuyor.Bir sigara yakıyorum;kıza doğru yaklaşıp çektiğim dumanı araladığı dudaklarından içeri üflüyorum,elimi eteğinin altına doğru kaydırırken.Derin bir iç çekiyor yan sandalyede.Kokusunu alıyorum her zaman ki gibi.Elimi geri çekip,içkime uzanıyorum.Bir yudumda bitirip,gözlerinin içine bakıyorum.
'Bu kadar normalleşebildin demek artık.'
Cevap vermiyor.Kız kalkıp gidiyor.Kapkaranlık bir boşluk oluşuyor etrafımızda.Yitip giden ruhların seslerini dinliyorum,duymak istediğim sesi duyamıyorum hep olduğu gibi.
'Yapamam,biliyorsun' diyor yutkunarak.
Gitmek için ayağa kalktığımda elime yapışıyor ve tekrar 'Yapamam' diyor. Bütün öfkemle elini itip üzerine doğru çöküyorum.Tekrar üzerime yerleşen sakinliğimle sanki dünya tarihine geçecek en önemli cümleyi söylermiş gibi 'Yaparsın' diyorum ve yanından uzaklaşıyorum arkama bile bakmadan.

Birlikte geçirdiğimiz her lanet an,unutmaya çalıştığım geçmişimle birlikte çöküyor üzerime.Kendi cehennemim beni artık kusuyor.Onun cehennemiyse hiç var olmadı.Bunu bildiği halde bilmemezlikten gelmek kolayına geliyor.En görkemli hayalini(artık benimde en görkemli hayalimdi) gerçekleştirip arkasında bırakmaya çalıştığı hayatına devam etmekten ödü kopuyor.Oysa o kadar basit ki.
Onu hayatıma soktuğumda böyle olacağını tahmin bile edemezdim.İkimizinde yitip gideceğinden o kadar emindim ki.Ama o lanet çenesiyle tüm hayatını içime döktüğünden beri, kendimi toparlayamıyorum.İçine sıçtığım kahrolası beynim zonklayıp duruyor.Özgürlüğümün iplerini eline alıp,kalan o tek noktayı da silmeli artık sonumdan.

'Tamam.'
Önümde beş dakika dikildikten sonra tamam diyor.Ayağa fırlayıp dudaklarına yapışıyorum ilk defa.Afallayıp ne yapacağını bilemiyor.Gülmeye başlıyorum.'Bu kadar tuhaf olmamalı' diyorum. 'Planlanmış olması bile yeterince tuhaf.' diyor,onu öpmemi kastettiğimi anlamamış gibi.Elinden tutup daha önce hiç kimseyi almadığım evime doğru sürüklemeye başlarken 'Ne zaman olacağını ben bilmiyorum' diyip göz kırpıyorum.Yürürken sakinleşip, heyecanlanmaya başladığını farkediyorum.Konuşuyor ama hiç dinlemiyorum.
Sırtımı yalıyor ben kapıyı açmaya çalışırken...Açılan kapıyı arkamızdan kapatıp,beni duvara yaslıyor.İki eliyle omuzlarımdan tutup 'Emin misin?' diye soruyor.Ellerinden kurtulup yatak odasına doğru yürüyorum;üstümü çıkartırken 'Sence?' diyorum.

Dört tarafı aynalarla dolu dikdörtgenim. Tam ortada yerde bir yatak var sadece. Üzerinde kıpkırmızı bir çarşaf ve tek bir tane siyah kılıflı bir yastık. Yatağın yanında da siyah çantasında, kemanım.
Koskoca evde sahibi olduğum tek şey o. Sahiplenmeyi sevmem ben hiç.
O gittikten bir kaç gün sonra öz suyumda boğulan can'ın yerine koydum onu.Bebeğim diye sevdiğim,içimde hala biraz da olsa his uyandırabilen O'ndan kalan tek mirasım.
Çalar mısın? diye soruyor gözleri parlayarak ilk farkedebildiği an. Elimdeki kanı üzerinden yırtarak çıkardığı gömleğine silip,uzanıyorum yavaşça çantaya.Kırılacakmış gibi özenle çıkartıyorum;arşeyi yatağın ucuna koyup,önce öpüyorum.Çok şaşırıyor bu hareketime.Beni ilk kez bu kadar duygu yüklü görüyor,kendime sinirleniyorum tek özel anımı onunla paylaştığım için ama çabuk geçiyor sinirim,bunu hep hatırlamalı.Ağzını açıp tam bir şey söyleyecekken sus! diye bağırıyorum.Bir köpek gibi siniyor hemen.Başka zaman olsa bu bana haz verirdi,ama elimde çocuğum varken değil. 'Saygılı olmayı öğren onun yanında ve sakın lanet penisini kaldırma!'
Arşeyi sağ elime alıp ayağa kalkıyorum.Yüzlerce ben benimle birlikte ayağa kalkıyor.Gözlerimin içine bakıyorum sadece.Çıplak bedenime bakan onu hiçe sayarken, kibirimle saçlarımı geriye doğru atıp bebeğimi boynuma koyuyorum.Bir ritüel olarak ilk önce yanağımla okşuyorum sonra gözlerimi kapatıp arşeyle telleri sevmeye başlıyorum.Rengarenk...
Gözlerimi açmadan yatağa çöküyorum.El yordamıyla çantayı bulup;son defa öpüp bebeğimi içine koyuyorum ezberlenmiş özenimle veda ederek.Fermuarın sesini dinliyorum kapanırken.
Gözlerimi açmadan hemen önce keskin bir acı kaplıyor heryerimi,çığlık atmıyorum.Beklenilenin tam tersi davranmak işlemiş damarlarıma.Ilık ılık göğüslerime doğru akarken,açıyorum gözlerimi.
Ağlıyor ve şaşırma sırasını bana bırakıyor.Gülmeye başlıyorum, ilk defa kollarımı uzatıp onu kucağıma çekerken.'Kıpkırmızı' diyor.Buğday rengi saçlarını sevmeye çalışıyorum yine ilk defa.
Çok değil az evvel(zaman kavramımı hatırlatmama gerek var mı?çok-az işte bu kadardı.) bir kadının bir adamın kasığını çizip emdiği kanla doyuma ulaşmasını yansıtan aynalar şimdi boğazından akan kanla kırmızıya boyanmış bir kadının bir adamın saçlarını okşamasını yansıtıyor.Ve ben bunu başka biriymişçesine izliyorum.
'Şaşırma gecesi.' diyebiliyorum ağzıma dolan kanla öksürürken.Mırıldanıyor.Bir kedi gibi. Aniden kollarımdan ayrılıp elleriyle yüzümü tutuyor ve kapanmaya başlayan gözlerimin içine bakıyor delirmiş gibi.
'Lanet olası travestinin boğazını kestiler' diye bağırıp hıçkırarak ağlamaya başlıyor tekrar sarıldığı kollarımda.

ismim Toprak.Can veren Toprak.Yetiştiren Toprak.Gömen Toprak.

*Bu hikaye bir arkadaşımın ricası üzerine,iki bölüm olarak 'kadınlık' isimli yazımdan etkilenip yazdığı hikayesine ek olarak yazılmıştır. Onun haberi olmadığı için onun yazdıklarını buraya yaz'a'mıyorum. Biraz bölük pörçük olabilir lakin yine de anlaşılabileceğini umuyorum.


Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum. Hatırlasam ne farkeder? Hatırladıklarım yetmiyor mu bana?
Onun seçiminin kanamaktan vazgeçemeyen kurbanı. Zaman kavramını terkettiğimi zaman kavramını kullanarak açıklamaya
çalışmayacağım hiç şimdi.Bildiğim tek bir şey var bugün,sonumun başlangıcının bilmem kaçıncı yıldönümü.
Lanet olası heriflerin,kokmaya yüz tutmuş kancıkların ağzına,işeyip yıkamadıkları penislerini sokup yağlı vücutlarını
terle boğmaya gittikleri leş gibi sidik kokan dört duvar arasında;aşık olduğum adamı bileklerini parçalamış şekilde
,bulmamın yıldönümü. Kaybetmenin,kaybedilmenin,unutulmanın,umutsuzluğun,yalnızlığın,sevginin vesaire vesaire vesaire
isimlere sahip duyguların yerini hissizliğin almasının yıldönümü.
Evet.Benim hikayemin arkasında da kaybedilen bir adam var işte.Beni diğerlerinden biri yapmaya yetmese de..
Herkes tanıdığını sanar beni burada.Oysa sadece şunu bilirler:İsmim Toprak.Can veren Toprak.Yetiştiren Toprak.
Gömen Toprak.

Burada doğdum,burada öldüm.Burada büyüdüm,büyütüldüm.Burada kaybettim cinsiyetimi.Burada parçalamalarına izin verdim
bedenimi.Burada yitirdim hiç sahibi olamadığım o kutsal ruhumu.
Burası neresi mi? Burası,kayıp ruhların birbirini sikip dölleriyle yeni kayıp ruhlar yarattıkları yer.
Eski püskü bir kilisenin yamacına kurulmuş kaybedenlerin ve yitip giden ruhların cenneti.Bu kadar,açık adres yok.
Unutmak için içip,unutmak için dumanlanan,unutmak için acı verip unutmak için acı alan birine fazla soru sormayın işte sizde.
Anlatıyorum kahrolası beynimin izin verdiğince...
Kendimi tarif etmeli miyim şuan acaba? Yoksa dişleri dökülmeye yüz tutmuş,eti pörsümüş bir kadın hayal etmek daha
kolayınıza mı gelir? Malesef öyle değil. Topuklu ayakkabıları ve siyah mini eteğiyle yürüdüğünde götüne bakmaktan
vazgeçemediğiniz, simsiyah saçlarından tutup,kırmızı rujunu dudaklarından dilinizle çekip almak istediğiniz,
dekoltesinden gördüğünüz süt gibi göğüslerinin oluşturduğu çatalı yalamak istediğiniz o kadın var ya hayallerinizde ki.
İşte o benim bedenim.Her gün,her saat,her dakika parçaladığım,parçalattığım bedenim.Başka bir şeyin önemi var mı?
Hayır yok.
Hikayen ne senin? Hahaha...İşte,gözlerimin içine bakıp görmeyi başaramamış ibnelerin ellerinde bir bardak birayla
masama gelip sordukları soru bu,sanki duymak isterlermiş gibi duysalar evlerine döndüklerinde kızlarının saçlarını
okşayıp huzurla uyayabileceklermiş gibi.Cevabım hep aynı suratlarına sigaramın dumanını üflerken;Gizem iyidir tatlım,
yormaz bizi.
İşte bu ibneler beni aşağıladıklarını düşünürler;dizlerimin üzerine çöktüğümde.Tırnaklarını kalçama geçirip,o övüp durdukları aletlerini içime soktuklarında;cennetten düşürülmenin öfkesini çıkartmaya çalışırlar girdikleri o delikten hor görerek.Oysa hiçbiri anlayamaz,doyuma yenik düşüp süte muhtaç bir bebek gibi yanıma uzanıp kollarını bedenime attıklarında kalkıp gitmenin tatminini.Bir ertesi gün yanıma sokulmaya çalıştıklarında karşılaştıkları boş bakışla kendilerini suçlu hissedip yudumladıkları birayı yarım bırakıp karılarının koyunlarına koşturup sevgi dilenmelerinin yaşattığı tatmini.
Vicdanım yok.Onların zayıflıklarıyla,Onların bağımlılıklarıyla doyuma ulaşıyorum ben.Onların suçluluk duyguları
içimdeki kaybetmenin öfkesini bastırıp nefes almamı sağlıyor.
İşte şuan az önce bacak arasından çıkıp kucağına oturduğum ve elini apışaramdan çıkarmayan adam Onlardan biri.
Ağlamasını sevdiğim için defedemiyorum.Böyle bir adamın ağlaması şaşılır şey.Hala böyle bir duyguya sahip olması insanın.
İçtikçe içiyor çok ağlayacak bugün büyük ihtimal ayaklarıma kapanacak ağlarken ve tatminim iki katına çıkacak........
Ah işte... Elinde bir bardak.. Ne kadar zamandır izliyor? Bilmiyorum. Bakışlarıyla delip geçebileceğini düşünüyor sanırım..
,Göz göze geldiğimiz o andan itibaren sertleştiğini hissedebiliyorum.
Kokusunu alabiliyorum.Bu kadar yıl burada olup daha önce kendimden başka kimseden almadığım kokuyu çekiyorum içime.
Acı...
Kucağında oturduğum adamın sahiplenme duygusu o kadar gelişmiş ki farkediyor karşı masada ki sessiz iç çekişleri.
Kulağına eğilip "Sonumun,başlangıcının yıldönümü kutlu olsun" diyorum bir kahkaha patlatarak.

8 Haz 2011

kadınlık

ruhunu diktiği bedenin artık var olmadığını görünce;
ya kendine gel,
ya git!
işte böyle dedi; buz gibi bir sesle.

kendini kaybetmesi kolay da,
kendini bulması ne zor..

aynaya baktım,
ama göremedim yüzümü.

tanık koruma programıyla yüzü değiştirilmiş bir gammaz gibi yüzünü araması insanın aynada...
bildiğini göremeyince tepkisiz kalması...
yüzlerce kez yıkaması...

işte bu yüzden;
olmayan bir peyniri labirentte arayan çaresiz bir fare misali,
tam şu an kendimi bir şişenin içinde aramam.

oysa;
aylar önce parçaladım ben tüm vücudumu.
elime bir jilet alıp;
bacaklarımdan başlayıp;
lime lime doğradım tüm kadınlığımı.

bu kadar mı zor;
kabullenip,
o gölgesinden kurtulamadığım arsız gülüşünü alıp
siktirip gitmek?

bir bardak,
bir bardak,
bir bardak,
bir bardak,
bir bardak,
bir bardak daha..

bak
çok
kolay
oysa.

4 Haz 2011

göremediğini görmeye heves etmiş gözlerim

Soğuk bir kış günü...
Hiç bilmediği bir yerde,hiç bilmediği bir sabah.
İsmi meçhul bir otobüs firmasının yağlı servis camından görüyor etrafı.

Daha yeni başlamış denizin altından araba geçirme sevdası ve O; o inşaatın istinat çeliğinin önünde bekliyor onu,kokusu içine işleyecek ceketi üstünde.

Gözlerine kadar inmiş mor beresiyle iniyor servisten heyecanla.
Birbirlerine doğru yürüyorlar ve sarılıyorlar.

Ve bir hikaye böyle başlıyor...

Fakat ben hikaye sonlandırma konusunda ne kadar ustaysam hikayeye devam etme konusunda bir o kadar beceriksizim.
Ki zaten bu hikayeyi onlara anlatıyorum ben her gece.
İkisininde hikayedeki ortası farklı hep.
Bağıra çağıra söyledikleri şarkılar, yedikleri makarnalar, içtikleri biralar, seviştikleri yatak, mutluluk ve huzurla
doldurdukları odaları aynı sadece başlangıçları gibi.
Birde sonlarına koydukları noktaları.

...

Vedalar hiçbir zaman onlara göre olmadı.
Bu yüzden hiç veda etmediler birbirlerine.
Ne birbirlerinin kapılarına dayandılar, ne telefonlarının çalmasını beklediler.
Öyle..
Sessizce..
Çıkıp gittiler...
Nefretleri ve sevgileriyle...

Sözde.

Birbirlerini unutmaya çalışmadan devam etmeye çalıştılar hayatlarına,tüm acılarıyla.
Kendilerine bile söylemedikleri 'bir gün, bir yerde, bir şekilde karşılaşırız' umuduyla.

Ve bir gün, bir yerde, bir şekilde karşılaştılar.

Yarım kalmış ne varsa yaşamaya çalıştılar,diğer yarım kalanları yaşayamayacaklarını bilerek.

Koydukları noktaları azaltmaya çalıştılar.
Nokta aralarında yatan kadın ve erkeklerin üstlerinden atlayarak.
Nokta aralarında yatan geçmişlerini görmezden gelerek.

Hayır o filmlerde gördüğümüz sonsuza kadar mutlu oldular kısmı girmiyor devreye bu hikayede.

O hepimizin kıyısından köşesinden bildiği gün gelip çatıyor sadece.
Noktaların tek bir noktaya dönüştüğü gün.

Hoşçakal. diyor önce biri, sonra diğeri diyor Hoşçakal.