31 May 2010

bir'i'kin

şıp.
şıp.
şıp.

her şıp sesiyle;
yolun ortasında
gittikçe büyüyen
su birikintisine,
katılıyor.

gideni çok.
geleni yok.

dar bir sokağa sıkışıp kalmış...

yanında ki sol şeritten
çokça araba geçiyor.
bu daracık sokaktan,
bu kadar çok arabanın geçmesine
şaşırıyor.

lastik izleriyle
birlikte;
sıçradıkça ortalığa
azalıyor...

umrunda gibi,
ama değil gibi.

amaçsızlığın ortasında
dönüp duruyor.

ortasından aşınıp duran
lastiğin;
fazlalık havası
olmaya niyet etmiş;
ama olamamış.

kalakalmış bir mazgalın
kenarında.
çokça ezilip büzülmüş.
az bir hareket,
kanalizasyonun
hiç bilmediği
derinliklerinde kaybolmasına
yetermiş.

korkmuş.
kımıldayamamış.

26 May 2010

Kibir

Durmadan kelimeler sıralayabilir
Tam şuan
Çığlıklarının arasında…
Ama değişmez ki
Yıllanmışlığı.

Duygu kaşarı…
Hem de en profesyonelinden.
Kahkaha maskesini daha çıkaramadan
Hüzün maskesini takar.

Bilirsin.
Bilir misin?

Dengesiz dersin.
Ukala dersin.
Dersin de dersin.

Kişi kendini bilmeli der ya hep.
Kendini bilse de çıkamaz o labirentlerinden,
Ayakları mahkum hep
Dolaşıp durmaya…

Gülhane parkında,
Çekirdek çitliyor tam şuanda,
ruhu…
Eminönü’nden kalkan
Vapuru kaçırıyor…

Kaçırdığı ilk ve son vapur o.
Sonrası hep rüya.

Şarap şişesine saklanmış
Zamanın özlemi…

geç'miymiş?

Sev…
Her şeyinle teslim ol…
Ve;
Yala yüzündeki sahte hüznü…

Ama önce.
UYAN!

Sadece uyan!
Sadece bugün uyuma!
Sadece tek bir gün,
Uyanık kal!

Bencilliği için.
Doymak bilmeyen egosu için.
Her ne için olursa olsun işte...

Çok kanayacak bak daha sonra;
Bedeni.
Ruhu.
Ona ait ne varsa işte…

Ne olur…
UYAN…

Onun için değilse bile
Yalnızlığınız için.

(kendime hediye...)

24 May 2010

uç'malı

tam tepemde bir ses;
tak.
tak.
tak.

içim öyle tuhaf ki...
tam göğsümde bir şeyler can çekişiyor.
bedenimin tam bir parmak dışında
ruhum...
o kadar belirgin bir his ki bu.

her an yere düşebilirim,
her an kendimi bırakabilir,
ve boşluğa süzülebilirim...

kapatıyorum gözlerimi
gel
diye fısıldıyorum
yokluğa...

karanlık.

tek bir görüntü yok,
tek bir canlanma yok...

neden?

iki kelime arasına
konulmayı unutulmuş bir
virgül gibiyim...

bildiğim,benim dediğim her şey,
avuçlarımda ufacık bir yara izi.

süzülüyor iki damla
hiç ama hiç şaşırtmadan
yavaşça...

fonda;
anathema,
flying...


açma gözlerini!
uç!
durma!

emirler yağdırıyorum
çoktan hükmümün etkisini kaybettiğini bilsemde
kendime...

gitme..
kal..
üzgünüm..

lanet bir ucube olduğumu en başından beri biliyorsun.
seni kıracağımı,yok edeceğimi en başından beri biliyorsun.
bütün paranı kaybedeceğin bir kumara yatırdığını adın gibi biliyorsun.

evet ben senin kanserinim..
her gün
her saat
her dakika
her saniye
hücrelerini öldürüyorum..
savaşmıyorsun bile benimle...
öyle gönüllüsün ki ölüme...

açma gözlerini!
sakın!

istediğin kadar ağlayabilirsin ama...

paramparçayım.
bölünmüş.
tükenmiş.
bitmiş.

her seferinde toprağa elimi sokup can buluyorum.
yaprağını alıp bir bardağa koyduğun bir kaç gün sonra diktiğin
ve tekrar tekrar patlayan mor menekşeler gibi.

yararsız bir arayışa başladığımın bende farkındayım.

acı çekiyorum...

bunu istediğimden mi?
yoksa böyle olması gerektiğinden mi?
bilmiyorum.

sadece;

kalpleri birlikte atan
iki kişinin
ayrı odalarda
durup
içtikleri ve sevgilerini anlattıkları
şarap şişeleri gibiyim
birleşmeyi bekleyen
ama hiç
birleşemeyen.

bu yük çok ağır.
ben bu kadar güçlü değilim.

ağzımdan içeriye elimi sokup
tüm iç organlarımı dışarıya çıkartmak istiyorum
küçük parçalara ayırmak için.

bunu hakediyorum.

ki buna sadece ben karar verebilirim.

bu zincirleri kırıp
kıramayacağımı
sadece ben bilebilirim.

bu cezanın bitip bitemeyeceğini de
sadece benim bildiğim gibi...

tıpkı

döndüğünde...

yere yatırıp boynumu kesip
kanımı toprağa akıtacağını
bildiğim gibi.



21 May 2010

bil(me)mek

ütü basıyorum
tam şu an
gözlerimin etrafındaki
göremediğin o çizgilere...

evet
ne gerek var diyorsun
biliyorum.

fakat,
dinmedi daha yaşlarım
bilmem bunun farkında mısın?

hep başa sarmalıyım bu yüzden.

daha ne kadar derine batabiliriz
dersin?
çok uzun süre daha nefesimi tutabilirim ben.
ya sen?

bıkmadın mı hem,
hala nefesini tutmaktan?

ne kadar çok biliyorum diyorum bu aralar.

biliyorum.
biliyorum.
biliyorum.
biliyorum.

ama işime hiç yaramıyor bilmek.

bildiğimi bilmekte senin işine.

peki;
hiç sıkılmadın mı,
hala beni bitirmeye çalışmaktan?
yorulmadın mı,
hala unutamamaktan?

biliyorum.
biliyorum.
biliyorum.

ama yine de...
işte...

peki;
gözlerini kapatsam,
körebe oynarmış gibi...
çevirsem seni kendi etrafında...
beni yakala(ma) diye koşuşup dursam çocuk gibi...
durduğun yerde kalsan,hiç kımıldamasan,
sanki yakalamak istemiyormuş gibi...
kollarını uzatıp şıp diye bulamaz mısın beni hala kokumdan?

biliyorum.
biliyorum.

ama yine de...
yani...

peki;
şimdi ben desem...
her zaman ki git demelerimi
ters yüz edercesine...
düşünmeden,
gözünü bile kırpmadan,
hiç duraksamadan...
der misin?

biliyorum.

bilmemeyi tercih edercesine.

ama...
yine de...
işte.

17 May 2010

oynayın durmayın

benimde saçlarım var
tıpkı gözüm,burnum,kulağım
ve bir ağzımın olduğu gibi...

kafamda siyah beyaz çizgili bir şapka,
ayaklarımda siyah rugan ayakkabılar,
üstümde bembeyaz bir elbise var...

biriniz bir yandan,
biriniz bir yandan,
çekiştirip durun beni...

biriniz gözlerime parmaklarını sokarken,
diğeriniz saçımdan bir tutam koparın...
biriniz ağzımı dikerken,
diğeriniz kulaklarımı tıkayın...

tek bacağım yok artık benim.
sanırım tek kolumda öyle.

ayağım kimde kaldı?
ya kolum?

daha kaç parçaya ayırabilirsiniz beni?

hangi parçam hanginizde diye kavga da eder misiniz?

biriniz sessizliğiyle vurur,
diğeri tüm çığlıklarıyla yıkar,
bedenimi...

biriniz oynamak istemez,
ama
diğeri eline aldığında kıskanır,
bir tutam daha saç kopartır yoluk yoluk olmuş kafamdan.

biri kaldırıp duvara atar,
ayakkabım çıkar ayağımdan...
diğeri alıp ayakkabımı giydirdiğinde
ben giydirecektim diye kıyamet kopartır.

gözlerime soktuğunuz parmaklarınızda kan var mı?

ağzımı dikerken söylediklerinizi hatırlıyor musunuz?

bakın!

daha tek kolum
ve
tek bacağım var yerinde duran...
az biraz daha saçım kaldı.
kafamda yerinde duruyor biraz sallansada.

içimden biraz elyaf çıkmış ama ne olacak...

en sevdiğiniz lahana bebeğiniz değil miyim ben sizin?

yanakları hala kıpkırmızı,
gözleri boncuk boncuk,
upuzun siyah saçları,
kafasında siyah beyaz şapkası
siyah rugan ayakkabıları
bembeyaz elbisesi,
tombik elleri ve ayaklarıyla
ilk elinize aldığınız halimi
hatırlamıyor musunuz hala?

ne olacak...

durmayın devam edin oynamaya...

ağzımı dikip
gözlerimi oydunuz ya.
nasıl olsa;
bir seçme hakkım bile yok ortada!

15 May 2010

uyu

rüzgar çıktı...
sabahtan beri öyle sıcaktı ki...
güneş bir piçti sanki
ve
babasızlığının acısını bizden çıkarıyordu.
sanırım gök çok içerledi buna.
birazda kızdı sanki...
sabahın 4'ü olacak neredeyse
ve yağmur yağıyor
bardaktan boşalırcasına...

içimden çıkardığım
kollarıma muhtaç çocuğun
hayaleti
tam arkamda...
koynum olmadan uyuyamayan melek
şimdi nasıl uyuyor huzurla?

söyle içim...
daha ne kadar katlanacağız bu maskelere,bu ikiyüzlülüğe,bu yalanlara?
daha kaç nefes çekeceğiz kavrulacağımızı bile bile bu eriyen karların dumanından?
daha kaç gece cehennemin ağzında şakır şakır ıslanacağız?

ve sen...
varlığı daim olan ama hep inkar edilen,
hep çok güçlü ama hep korunmaya muhtaç,
sevgili sen söyle...
ne kadar daha yakacaksın beni kendi ateşimde?
ne zaman beni kollarına alıp dindireceksin acımı hiç yaşanmamışçasına....

uyu;
içimden çıkardığımı sandığım...
koynumdaymışçasına...

ben uyanığım bak işte;
bizsizliğe ihanet edercesine

12 May 2010

reçete

Günde 3 defa yuttuğum
1000 mg’lık antibiyotikler
Daha da sersemleştiriyor
Boktan vücudumu.

Oksijenim çok az,
Uzun zamandır.

Kış bitiminde toplanan
Kömür sobasının boruları
Daha az kurumlu,
Ciğerlerimden…

Sensiz olmaya ne kadar katlanabildim ki,
Sigarasız olmaya katlanabileyim?
Hem senin;
Ne zifir oranın vardı,
Ne nikotin oranın,
Ne de karbonmonoksit oranın.

Günde;
5 bardak ıhlamur,5 bardak su.
2 defa sırta ve göğse vicks.
2 defa burun spreyi.
3 defa antibiyotik.
1 defa ateş düşürücü-ağrıkesici.
1 defa balgam söktürücü.
20 adet sigara yerine 6-7 sigara.

Bak çaresi var
İyileşmek adına,
Her şeyin.

Ama yazmıyor ki doktor,
Bir reçeteye;
Balgam söktürücü kadar rahat,
Acımızı söküp alacak bir şey.

Sustuğumuz her gün
Sol tarafımıza işleniyor

Biliyorum.

İradesizliğimi bir kez daha kanıtlayarak,
Üflüyorum dumanımı;
Ciğerlerimden,ciğerlerine
Ağır ağır.

9 May 2010

ben senin ilk ve tek eserinim

Benim yaşımdayken sen;
anaokuluna başlamıştım ben...
Ne kadar tuhaf geliyor şimdi;
anaokuluna başlayan bir kızımın olması...
Öyle küçükmüşüm gibi geliyor ki hala
Her gördüğüm kabusta
Yanında alıyorum soluğu,
Sıcacık,güvenli koynun hep huzur veriyor...
Gönlümün Sultanı;
Aklımın yol göstericisi.
Ah!
Ne çok kırdım ben seni
Ah!
Ne çok parçalara ayırdım
Ah!
Ne çok ağlattım...
Her seferinde gözyaşlarımızla yapıştırdık
Yerden toplayıp kırılan parçalarımızı...

O kadar çok şeyin üstesinden geldim ki senin sayende
Varlığın hep öyle bir güven verdi ki bana
Öyle güçlü,öyle yıkılmaz,öyle sağlamsın ki
Hayatımdaki tek korkum senin gibi olamamak.

Nasıl sığarsın ki sen kelimelere?
Nasıl anlatabilirim ki seni beynimin sınırlı cümleleriyle?
Duruyorum saatlerdir yazabilmek adına;
Geçirdiğimiz yıllar gözlerimde biriken yaşlarda...

Doğrumsun.
Yanlışımı düzeltensin.
Gözümün içine baktığında,
Korkutansın.
Ağzından çıkacak her cümleyi,
Emir saydığımsın.
İlk ve sonsuza kadar ne yaşanırsa yaşansın;
Sevenim,
Terketmeyenim,
İnananım,
Güvenenimsin.
Hep yanımda dimdik,sapasağlam
Duracak olanımsın.

Boynumun incelip incelip kıl olduğu tek yer senin karşındır.
Sana olan sevgimi,saygımı,güvenimi anlatamam ki ben Sultanım,
Ne yapsam ödeyemem ki ben hakkını.

Ben senin ilk ve tek eserinim

Öyle güzel,öyle sade,öyle pırıl pırıl yazmışsın ki
Okuyanların manalarıyla bile kirlenemiyorum ben Annem...

Canıma can katan
Şimdiye kadar aldığım,
Bundan sonra alacağım,
tüm nefesler sana kurban olsun.

8 May 2010

şömine

sönmüş...
al eline maşayı,
karıştır külleri;
uğraş ufacık har bulmak için...
ve bul sonunda hiç şaşırmadan;
sonra karıştır durmadan...
yansın hiç sönmeden...
yanalım..
yan...
yak...

(sarhoşluğuma)

6 May 2010

misal

Akşamdan kalma ispirto şişesini alıp
dökerek dönsem etrafımda,
kibriti ateşlesem
ve
bırakıversem ellerimden…
mavi ve turuncuyu izleyerek,
o minicik dairenin içine yatsam.
zehirler miyim kendimi,
ateş yakmadan her yerimi?

4 May 2010

durma sen,sar başa

Kapkara perdelerimi çektim.
Tek kişilik çocuk yatağıma,
Bembeyaz çarşaflar serdim.
Kırmızı ve yeşil bir kova koydum yanına…
Bir müzik çalar,
Birçok torba portakal,
Birçok paket sigara,
Birçok şişe alkol,
Birçok kutu sakinleştirici…
Kapıyı kapattım;
Ve arkamdan kitlemelerine izin verdim…

Gidebilirsin şimdi,
Kuruttuğun bedenleri
Yanına alarak…
Dıştan çok parlak
İçten hep mat olan ruhunla,
Tüketebilirsin seni isteyenleri
Birer birer…
Oturabilirsin yirmidört saat
Bir koltukta,
Hallaç pamuğu beyninle,
Yeni avlar arayarak…
Zehirli dilini değdirebilirsin
Kaybolmaya yüz tutmuş ruhların
Heyecan arayan bedenlerine…
İçlerine girebilmek için,
Bildiğin bütün numaraları sergileyip,
İstediğini alınca,
Suratlarına bakmadan kaçabilirsin…
Kalene geri döndüğünde;
Dökebilirsin birkaç damla,
İçinde öldürdüğün adama.
Sonra tekrar başa sarabilirsin
Çalmaya doyamadığın,
Manyetik bandı bozulmaya yüz tutmuş,
Kasetini…

İşte şimdi ben…
Günler belki haftalar süren çabamla…
Kusuyorum,
Kırmızı renkli kovama;
Rengi parlak mor olan
Tüm zehrini.
Titremelerimi,
Bir daha yaşayamayacağım
Eşsiz bir orgazm gibi kabulleniyorum.
Gözeneklerimden çıkan
Her bir ter damlasını,
İnananların kutsal saydığı
Zemzem suyuymuşçasına
Yeşil kovama doldurmaya çalışıyorum.
Kıvrandığım bembeyaz çarşafa damlattığım
Portakal lekesini yalıyorum
Güzelliğini bozduğum için
Kendime kızarak…

O kapı açılacak az sonra biliyorum.
Karmakarışık saçlarım,
Titreyen bacaklarım,
Sıkmaktan kramp girmiş ellerim,
Ağlamaktan artık yerinde olmadığına
İnandığım gözlerimle,
Banyoya doğru yol alacağım…
Kaynar suyun altına girip,
Tenimi haşlarken,
Kulaklarıma;
Başa sardığın,
Manyetik bandı bozulmaya yüz tutmuş
Kasetinin sesi çalınacak
Kahkahalar atacağım,
Hissizce…

(Dokun(ma)-Dant'el devamı aslında sonu)

3 May 2010

rüya

o bulut benim aslında
dedim ve sustum,
saçmalamanın saçma kısımlarında dolaşırken...
neyi neden söylediğimi,
bir anlamı olup olmadığını,
sen hep bilirdin zaten...
yağmur yağdırmaz o bulut,
bak nasıl kızıla çalıyor dedin.
ya yağdırırsa diye inledim...
gökkuşağı çıkar o zaman;
belki çıktığı yeri bulur
alırız kazandaki altınları dedin,
ayışığını kıskandıran gülümsemenle birlikte.
cüceleri de görür müyüz? diye sordum
hafifçe gamzelerimi çıkartarak...
"carnavale"de ki cüce olmaz ama
hayal kurma boşuna dedin,
ya olursa diye mırıldandım.
sustun...

"rüyamda;
papatya dolu yemyeşil bir kır vardı,
ayaklarım çıplak oradan oraya koşuyordum
sen motorunun yanına oturmuş
bana papatyalardan taç yapıyordun
ama ben yine sana kızıyordum
neden benimle koşmuyorsun diye."

papatyadan taç nasıl yapılıyor? diye sordun.
"bilmiyordun madem neden benimle koşmadın
orada oturup bana taç yapmaya çalıştın"
dudaklarımı düşürüp sustum...

ben de rüyamda;
unutkanlık nehrine giriyordum,
geçmişin geçememesini geçirmeye
çalışıyordu,
iki zebani başımda.
dedin ve sustun.
gözlerimi koca koca açarak
geçmişin geçememesini geçirebildiler mi?
diye sordum.

elindeki üzümlerden iki tanesini ağzıma atarak,
sonra papatya tarlasına taç yapmaya geldim motorumla
unuttun mu? dedin ve öptün dudaklarımdan...

battaniye,gıdıklama ve öpücük
üçgeninde yaşadık,
bir kaç yüzyıl...

merdivenlerden bir çırpıda indik
elele,
ayaklarımız birbirine dolaşarak
acelenin belki de ecel'e'sin de...

nereye gidiyoruz diye
sordum kahkahalar atarken...

bilmiyorum dedin,
yüzüme hasret
bir iç çekişle birlikte;
gülümseyerek...

takmayalım kasklarımızı bu kez dedin
takmayalım dedim...

döndün yüzünü...
dudakların dudaklarıma dokundu..
döküldü,
gökkuşağının altına altınlar...

sarı bir kamyonun,
asfalttaki lastik izlerinde
seyrediyor aşkımızı,
ilk yardım bildiğini sanan
yurdum insanları...

rüzgarın uçurduğu beyaz papatyalar,
kırmızı saçlarımla kapanan yüzümüzün
etrafında...

iki zebani başımızda;
giriyoruz unutkanlık nehrine,
geçmişin geçememesini geçirmeye...