28 Mar 2011

acil servis

-Köroğlu açıktır,ilk geldiğimiz gece biz oradan sipariş etmiştik.

Aşırı makyajı,topuklu ayakkabıları ve siyah polardan battaniye gibi şalıyla birlikte karşı bankımızda oturan koca götlü ve koca memeli kıza sabahın üçünde hastasına döner sipariş edebileceği yeri söyleyip kahvemi karıştırıyorum yavaşça.
Kuzenim sigaramı yakarken muhtarı oldun buranın diyerek dalga geçiyor benimle.Gülüyorum,konuşmamız sanki hiç kesilmemiş gibi devam ediyoruz.

-Gülsüm ne oluyor peki?
-Annenin halasının oğlunun kızı.Ayrıca ergenliğimin kabusunu hatırlatmana ne gerek vardı şimdi?
-Ne çok yüklenirlerdi sana yahu.Gülsüm anadolu lisesini kazanmış,Gülsüm anadolu lisesini birincilikle bitirmiş...

Cümlenin geri kalanını birlikte tamamlıyoruz "Gülsüm odtü hukuk kazanmış hem de bursluuu". Gülmemiz kesilmiyor uzun bir süre,ses çıkmasın diye ağzımı kapatıyorum.

Koca bulabilmiş mi bakam koca? diyor babaannemi taklit ederek ve devam ediyor;Nebaayaat halanın o bayram kasıntılı kasıntılı sanki sen orada yokmuşsun gibi dayıma dönüp eee Esthheerr naaptıı kazanabildi mi üniversiteyi diye sorması ve annaaanemin Esther bitirdi üniversiteyi Kanal D'de çalışıyor diye atlaması,bir de oradan çıktıktan sonra benim torunumun götü senin torununun götü kadar büyük olsaydı Harvard'ı burslu kazanırdı diye söylenip durması..
Tutamıyoruz bu sefer kendimizi kahkahalarla gülüyoruz.

Tam yanımızdaki bankta saat 23:00 sularında getirilmiş hastanın yakınları var,kadının gözleri şiş ağlamaktan.Kocası inat biriymiş.Hem de çok inat.Biraz da alkolik.Bisiklete binmiş işte o akşam alkollü alkollü,dinlememiş karısını.Yokuştan aşağıya inerken uçuvermiş bisikletten.Suratı darmadağın olmuş.Beyin filmleri çekilmiş filan.48 saat gözetim altında tutacaklar.Allah korumuş diyor kadın sürekli,bende geçmiş olsun derken ve anlatmasını dinlerken sürekli tekrar ediyorum "Allah korumuş".

Utanıyorum,o kadın ağlarken benim böyle içten bir şekilde kahkahalar atmama.O sırada kuzenimin sürekli bakıp durduğu kızı Ezgi;çay getiriyor da beni bu utanç dalgasından kurtarıyor.
Kuzenim farkediyor utanmamı,elini omzuma atıp "sende çok ağladın..geçen güzel günleri düşünüp gülmemiz kadar doğal bir şey yok emin ol" diyor.Rahatlıyorum biraz.
Gülsüm kesin baroya başkan filan olmuştur bak gör bu bayram öğreniriz diyorum.Kıkırdıyor olsun sende evleniyorsun diyip omzuma attığı eliyle sol kolumu cimcikliyor.Kolunu itip ya bırak ben evlenene kadar Gülsüm beş çocuk doğurur hem de baro başkanlığı yapar birincilik madalyasını bana bırakmaz diyorum ve sigaramı söndürüyorum gülerek.
Bayat hastane kahvesinin son yudumunu içip ayağa kalkıyorum. " Ben bir içeriye bakayım."

Hareketi algılayıp açılan kapılar.Üç tane.Biri ACİL yazan tabelanın altında.Biri güvenlik ve bekleme salonunu çocuk acilden ayıran yerde.Biriyse acil servise açılan kısımda.Her seferinde insanüstü çaba harcıyorum kapıların beni algılayabilmesi için.Güvenlik işine bakan genç çocuklar gülüp duruyor halime.Bana taktıkları melek lakabının buradan geldiğini savunuyorum babam ve halam her ne kadar başka tezler ortaya atsa da.
Görünmezliğimin simgesi:melek olmak;bence. Yine gülüyor mosmor olmuş gözaltlarıma bakarak,içeriye atabildiğim her adımla gülümsemem yüzümden silindiği için sağ dudak kısmımı yukarı doğru kaldırıp gülümsemeye çalışıyorum zorla "çay demleniyor içeride çıkarken bir bardak al iyi gelir tamam mı melek? diyor.Tam melek değil Esther diyecekken susuyorum,on bir gün önce taktıkları bu lakabı benimsiyorum artık ve "Tamam" diyorum.
Yine kapının beni algılaması için savaş verip içeriye yollanıyorum.Duvardaki mikrop öldürücü bilmem neye basıp ellerimi dezenfekte ediyorum.Bıpp bııppp bıppp sesleri yükseldikçe yükseliyor.Perdenin önünde derin bir nefes alıp azrailin yuvasına adımımı atıyorum.

11 yatak.11 monitör.11 serum şişesi.Sayamadığım kadar çok kablo takılı 11 insan.The Matrix'te ki doğmayı bekleyen insanlarla dolu o tarla gibi..Aradaki fark burada ölümün beklenmesi.

Solda en köşedeki yatakta babaannem yatıyor.13 gündür o yatakta.Kocaman iki hortumlu bir maske takıyor günün büyük çoğunluğunda.Solunum yetersizliği.Sürekli basınçlı oksijen veriyorlar.Durumu kritik.
Günde üç defa kontrole gelen profesör hiç 'ciddi' demiyor hep 'kritik' diyor. İntern doktorlarda onu taklit eden papağanlar gibi. Durumu kritik.
Elimde bir bardak kahve,az önce oturduğum bankta bir kaç gün önce oturmuş "kritik ne garip bir kelime" diye ağlarken, yanıma gelip "O makineyi takmakta bir kaç dakika geç kalsak babaanneni kaybederiz" diyen İntern doktor Can hariç ama bak.Babaannem çok seviyor Can'ı.Maske çıkıp kataterle kaldığında hep kaş göz yapıyor Can oralardaysa.Bende ki tepkisizliği görüp ilk öğrendiği bateri çalan sevgilimi hatırlayıp davulcuya varacaktın neredeyse zaten zor kurtulduk,nerede serseri var hep o diyor dinlene dinlene.

Başında durup bunları düşündüğümü farketmiş gibi gözlerini açıyor hemen.Üstüne eğilip katateri düzeltiyorum.75 yaşında hala bu kadar çok siyah saçının olması beni sevindiriyor kendime pay çıkartıyorum hemen. "Benimde böyle olsun saçlarım az beyazlasın diyorum" dağılan saçlarını geriye doğru alırken."Boyatırsan böyle,dökülür" diyor kan gazı alınmaktan mosmor olmuş ve 13 gündür iğne saplı eliyle kafamı göstererek babaanne canayakınlığıyla(!).
'su'
Su içiyoruz pipetle.
'portakal'
Çantadan önce dişlerini çıkartıp,ağzına takıyorum,sonra bir dilim portakalın yarısını elimle koparıp koyuyorum ağzına suyunu emiyoruz sadece,posası elime.
Bu kadar.
Sonra dişleri çıkart,yıka,kurula,çantaya geri koy.Kusmadan başarıyorum.13 gün önce olsa kusardım.
Ha birde içiyoruz,yiyoruz.Evet.Hastane jargonu bu.Çişimizi şimdi yaptık,ilacımızı şimdi içtik,yemeğimizi yedik,bir saattir uyuyoruz.

"Acıyor" diyor eline bakıp.Öyle çok diyor ki,benim canım acıyor artık.Sol tarafına çeviriyorum.Kolay değil bu da tabi ki.Ben 49 kiloyum.Babaannem belki 100.Ve her yerinden bir kablo çıkıyor;kukla gibi.
Önce sırtına sonra ayaklarına masaj yapıyorum uykuya dalana kadar.
Dedem kulağıma "Ne ara büyüdün sen kara kızım" diye fısıldıyor sanki,omzumun gerisinden bakıp hafifçe gülüyorum ve içimden "19 yıl oldu dede sen gideli izin ver büyüyeyim" diyorum.Ama dedem cevap veremeden babaannemin yanında yatan Faruk Amca başlıyor 'Ayşeeee' diye inlemeye.

Yanına gidiyorum hemen ne oldu Faruk Amca,Ayşe teyze yok diyorum.Hiç cevap vermiyor.Vermez ki illa Ayşe teyze ilgilenecek.Ama biliyorum su istiyor o da.Su içiriyorum onada hiç tepki vermiyor.
Dur ben Ayşe teyzeyi bulayım uyuyordur dışarıda yoruldu o da günlerdir diyorum.Gülümsediğine yemin edebilirim.

Ayşe teyze Faruk amcanın ikinci karısıymış.Balkona bile çıkartmaz onu da geçtim pencereden bile baktırmazmış Ayşe teyzeyi.Evdeki kanepede ayakucuna otuttururmuş hep,ayaklarını da dizlerine koyar öyle izlermiş televizyonunu rakısını içerken.Ondan şimdi hep yanında dursun istermiş,kıskanırmış onu.
İçkiciymiş çok,sigarada günde iki paket içermiş.Onunda solunum yetersizliği var.Ama çok kötü Faruk Amcanın durumu.Bugün doktorlar iki defa müdahale ettiler.Üzgün Ayşe teyze çok.
Bir saat önce konuştuk o masaj koltuğuna yatıp uyumadan önce.Yakınıyordu sürekli..Daha ne istiyorsun be Ayşe teyze dedim bak sana nasıl düşkünmüş.Öyle öyle,herkesler plazma alıyor dedim ertesi gün plazma aldı,set üstü ocakları çok beğeniyorum dedim ertesi gün set üstü ocak getirdi allah razı olsun çok ilgilendi çok üstüme düştü ama içme dedim dinlemedi hiç beni,sen sen ol kızım yine de seni böyle çok seven adamla evlenme senin sevdiğin senin üstüne düştüğünle evlen olur mu,burnundan getirir yoksa...

İlk kapıyla verdiğim savaşı kazanıp bıraktığım yerde uyuyan Ayşe teyzenin yanına gidiyorum.Dokunmamla hemen sıçrıyor,beni görünce gülümsüyor.Padişah Faruk sizi istiyor Sultanım diyorum.Pek hoşuna gidiyor.İlahi kızım sabah sabah güldürdün beni diyor gitmek için toparlanırken.Tam Derya abladan çay almaya gitmek için dönerken 'Esther' diyor dönüp duruyorum olduğum yerde.Yanıma gelip elimi tutuyor beraber yürüyoruz yavaştan. Pek olgunsun kızım sen ne acelen var büyümeye önce bir reşit ol sonra büyürsün diyor gülüyorum ben reşit olalı çok oldu Ayşe teyze diyorum yaşımı söylüyorum "abooovv ben seni 17 yaşında filan sanıyordum" diyor.

Gönlüm hoş,elim iki bardak çayla dolu kuzenimin yanına dönüyorum,kapıları yenip azraili arkamda bırakarak.
Uyuyor mu diye soruyor elimden bardağı alırken.
Uyudu diyorum.

-Seni görünce naz yapıyor biliyorsun değil mi?
-Korkulan torundan,naz yapılan toruna yükselebildim sonunda kıskanma en sevilen torun.

sessizlik.

Ezgi uyumuş.Aşırı makyajı,topuklu ayakkabıları ve siyah polardan battaniye gibi şalıyla birlikte karşı bankımızda oturan koca götlü ve koca memeli kız gitmiş.Herkese eskiden doktor olduğunu yardım edebileceğini söyleyen deli mi yoksa kafasının mı güzel olduğunu bir türlü anlayamadığımız amca karşı tarafta intern doktor Can'ı sıkıştırmış.

Uykusuz her gece resmen,saat beşi geçmiş yine diyorum,sigara yakarken.
Gülsüm'ün koca götünde pireler uçuyordur diyor kuzenim.

Birbirimize bakıp gülüyoruz.

25 Mar 2011

Aptal

Gözlerini kapatıp elindeki zarları;bir çok kez katlanmış ve tek ayağının altına sıkıştırılmış kağıt parçasıyla sallanması kısmen önlenmiş masaya atıyor,kimin ölüm fermanını imzaladığını bilmeden.
Açmıyor gözlerini uzun bir süre...
Tam karşısındaki sandalyede oturmuş,güldüğünde ağzının kenarında oluşan o tatlı çizgileri izliyorum.
Az önce emzirilip karnı doymuş bir bebek gibi gülümsüyor,gözleri hala kapalı.
Hiç önemsemeden,o çizgilere dokunmak istiyorum ama öylece tüm ağırlıklarıyla aramızda duruyor zarlar.
Açıyor gözlerini ve kahkahayı basıyor.

""düşeş"" -hem en ağırından hem de en hızlısından-

Rüzgar esiyor,hem de çok esiyor.
Sol elim;derin dondurucudan çıkmış bir et parçası kadar soğuk.
Sağ elim;cebinde,sol elinin içinde,cennetinin tadını çıkarıyor.
Bir el diğer elin tüm parmaklarını kesmek ister mi kıskançlığından?
İstiyor ama diğeri hiç oralı olmuyor.

Tam o sırada dönüyor ve bir şeyler söylüyor.
Belki dünyanın en önemli cümlesini kuruyor ama sadece dudaklarına bakıyorum,dinlemeden-dinleyemeden-.
Zamanı durdurarak gülüyor yine,bana aptal derken.

Hafif içe doğru çökmüş o süt dişini öpmek istiyorum günlerce.

Günler çabuk bitiyor ama.
Ve ben; hiçbir yere gitmeyen,orada öylece duran kanatlara takılı kalıp manzaranın keyfini çıkarmaya çalışıyorum.

Ki olmayan keyfimle;orada öylece durup,hiçbir yere gidemiyorum.

9 Mar 2011

Duyusuz

Parmağımı kesip,kan damlalarımı bırakıyorum dikdörtgen içindeki dikdörtgenlerine.
Kurumuş kan lekelerine bakıp,-bir damlayı dahi sorgulamadan- eline çamaşır suyunu alıp bir bezle her lekeyi temizlemeye girişiyorsun,ben lanetler savururken o ellerine.
Hissetmiyor musun hiç kokumu?
Nereye bakıyorsun diye bağırmak istiyorum şah damarım çatlayana kadar.
Görmüyor musun? Tam önündeyim işte.
Bir deri,bir kemik.
Ama sen bana hep sağırsın.
Tam önündeyim ama sanki kocaman bir boşluk var gözlerinin önünde.
Görmüyor musun hiç rengimi?
Mavi ve kırmızıyı karıştırıyorum hep senin için.
Yadırgamanı bekliyorum.
Yadırgamayı bırak sanki o renkler hep birbirine karışıkmış gibi -sanki hep seninmiş gibi- alıp üzerine giyiveriyorsun.
Ama sen bana hep körsün.
Hep sol tarafında tuttuğun kültablasına bıraktığın sigarayı sağ elimle alıp;derin bir nefes çekiyorum.
Hafifçe aralık duran dudaklarına yapışıp üflüyorum tüm dumanımı.
Hiç mi almıyorsun tadımı?
Suratını buruşturup hep sağ tarafında duran içi su dolu olan bardaktan bir yudum içiyorsun,sanki geçmişinin tüm küllerini ağzına boşaltmışım gibi.
Ama sen bana hep...

Offf.

Tam bir bok çukuru ve benden başka kimse yaşayamıyor yanında.
Omuzlarından tutup kaçıncı sarsışım seni?
Ve kaçıncı çıkmaz sokağımız bu?
Ah pardon.
Benim için yarattığın ve benim hep yarı yolda bir yere çıkmadığını farkettiğim kaçıncı çıkmaz sokağın bu?

Şimdi gidiyorum yine,saç tellerimi bırakmaya; tenime dokunduğun ama dokunduğunu farketmediğin ve geceler boyu kıvranıp durduğun yatağına.