28 Eyl 2010

seni seviyorum

'seni çok seviyorum' dedi...
"bende seni seviyorum ama bunu söyleyemem,bunca şeyden sonra..hayır seni cezalandırmıyorum ya da başka abuk sabuk şeylerden ötürü değil bu...incindim anlıyor musun ve şimdi seni seviyorum dersem sanki her şey geçip gitmiş hiç acı çekmiyormuşum gibi olacak ve ben hep kaybedenin olduğu bir oyunu oynuyormuş gibi hissedeceğim.ama halbuki lanet olası bir cümle işte altı üstü neden benim için sadece bu değil"
aklımdan bunlar geçerken upuzun bir sessizlik oldu aramızda.
'otlu kek yiyeceğim Amsterdam'da' dedim sadece, düşündüklerimi söylemek yerine.
Gülümsedi diğer uçtan.Göremesem de biliyordum her yerin aydınlandığını.
'Kararımızı verdik yani,herkesi eğlendirmek yerine kendimizi eğlendirmeyi seçiyoruz.' dedi.
'Hımm; bu Amsterdam'da gelinlikle dolaşamayacağım anlamına gelmiyor'
kahkalar atmaya başladık.
'delisin ve seni bu yüzden seviyorum' dedi.
bu kahrolası cümleden kaçış yok sanırım.
---
Oysa ne kadar kolay.
---
'kendine sarıl ve benim kollarım farzet'
'kendimi öpemiyorum ama'
'daha ne yapabilirim ki'
'sanırım uyumalıyım'
'uyu bebeğim,ensende nefesimi hisset'
'seni seviyorum'
'seni seviyorum'
----
'beni sevmiyor musun?'
'seviyorum,ama biliyorsun.'
yine çoook uzun bir sessizlik.
'ailelerimizi ne kadar az görürsek o kadar iyi olacak,ben dayanamıyorum artık döndüğümde evlenmek istiyorum hemen.'
'dayanabileceğini söylemiştin ayrıca neden evlenmek?'
'ooofff...seninle uyanmak,seninle uyumak,yine eskisi gibi her şeyi seninle yapmak istiyorum sadece.'
'bu daha anlaşılır oldu.' diyip gülüyorum.
Sebepsiz yere belki de sebepsiz değil kıvranmasını izlemek, cümleler arasında uzun boşluklar vermesi ve o boşluklarda hep kendimi görmek keyif veriyor.Ve o bunu biliyor.
'ısırılmayı hakediyorsun.'
'bence kendine fazla güveniyorsun.'
yine her yeri aydınlatıyor biliyorum ama ben bu aydınlanmadan çok uzaktayım,içime kasvet çöküyor.
'tek istediğim artık bitmesi' diyorum derin bir iç çekişle.
'bitecek meleğim çok az kaldı,söz veriyorum her şey geçecek' diyor...
saçlarım sanki ellerinde,ben kucağında,şarap şişesi bitmiş,yan odadan müzik sesleri geliyor.
kapatıyorum gözlerimi.
---
'aslında,ikinizide seviyorum.ve evet bu büyük bir haksızlık.'
'ben sadece mutlu olmanı istiyorum biliyorsun.'
'biliyorum.'

23 Eyl 2010

makas

kaçmaya çalışıyorum
ellerimin üstünde emekleyerek
ve
halıda kan izleri bırakarak.
sol avucumun tam ortasına giren
makas,
yarı açık arkamda duruyor.
bir tekme daha savuruyor,
olduğum yerde iki büklüm kalıyorum.
içimde bir yerler,
iyileşemeyecek kadar derin yaralar alıyor.
tek isteğim suya ulaşmak...
gözyaşlarımı siliyorum,
yüzüm sırf kan.
böyle ufak bir yara bu kadar çok kanamamalı...
büyüyen acı verme hırsını bastırmaya çalışıyorum,
dişlerimi sıkarak.
tek kelime etmiyorum yine,
içimde kocaman bir çığlık var;
dudaklarım tek çizgi.
emeklemeye devam.
kulaklarım uğulduyor
saçma sapan sözlerle.
elindeki tek kurşunla doldurulmuş
minik tabancayı görmezden geliyorum,
bir kez daha.
ben kaçmaya çalıştıkça,
o enseme daha hızlı bastırıyor.
haydi diyorum;
bitsin artık...
gözlerimi sımsıkı kapatıyorum,
akanlara aldırmadan.
sonra...
nasıl olduğunu anlayamadan
suyun içinde buluyorum kendimi.
buz gibi...
getiremiyor kendime.
kan akıyor,
o kadar çok ki.
pas gibi kokuyor.

aklıma ilk gelen şey
"avuçlarım kanıyor"" cümlesi oluyor.
psikopatlar gibi gülmeye başlıyorum
suyun içinde.
teşbih-i beliğlerden o kadar uzağım ki.

evet.
beni ne ilk yaralayışın ne de son,
biliyorum.
ama,
ilk kez dayanamıyorum,
ilk kez katlanamıyorum,
ve
ilk kez affedemiyorum.

titreme sırası sende şimdi,
içini samanla doldurup
evin tam ortasına diktiğin korkuluk
kargaları hiç kovmayacak artık.

üzgün değilim.

14 Eyl 2010

tüm gemilerimi yaktım artık kulaç atma zamanı

gözümün içine bakıyor annem ve 25 yıldır yaptığın tek bir doğru yok diyor.
ah bir okta ondan geliyor zaten delik deşik olmuş vücuduma.
eğer kendinizden daha fazla güvendiğiniz bir kişi varsa hayatta,işte tam şuan bunu sorgulamaya başlamanızın vaktidir.
hep yanlış insanlar,hep yanlış kararlar,hep yanlış olaylar.
yol ayrımlarında hep o dönmem gereken kavşakları kaçırdığımı kilometrelerce yol gittikten sonra farkettim. kendimle o kadar ilgiliydim ki etrafımdaki insanların ne gördüğüne zerre dikkat etmedim.
dün gece benim için dönüm noktasıydı.Milyonlarca dönüm noktası olan gecem gibi.
sefil,perişan,acınası diye tabir ettiğim ruh halimle,İstanbul'a ilk gittiğim zaman gözüm kulağım olmuş,taşı toprağı bir bok etmeyen o kente tutunmamı sağlayan o insanla konuştum tüm gece,salya sümük.
sürekli bir şeyler yapmaya çalıştığım için mutsuz olduğumu,
sürekli kendimi değiştirmeye çalıştığım için mutsuz olduğumu,
sürekli birilerine inanmak istediğim için mutsuz olduğumu,
sürekli mutsuz olduğumu düşündüğüm için mutsuz olduğumu,
kısaca bildiğim ama yüksek sesle söylemediğim her şeyi teker teker söyledi.
birinin söylemesine ihtiyacım olduğundan değil, söylenmesi gerekenler bu olduğu için söyledi.
şu güne kadar hayatımda kime değer verdiysem,kim benim için önemli olduysa o insan bana hep kazık attı.
ama kime değer vermediysem,kimi itin götüne soktuysam o hep yanımda oldu.
tıpkı benimde aynen bu şekilde davrandığım gibi.
insanı siken,deveyi diken diye boşa dememişler.
bunları neden yazdığımı hiç bilmiyorum..
gittikçe değişen yazı olaylarım içime zerre su serpmiyor.
paso küfür ediyorum 8 yaşında o kırmızı kamyonuyla oynayan ve erkek olmaya özenen halim gibi.
edepsiz ve ne yapması gerektiği hakkında en ufacık bir fikri olmayan biriyim tam da bu gün.
hayatımdaki herkesten vazgeçtim.
ilişkilere inancım artık yok.
Aile kavramının kutsallığı hiç bu kadar acınası gözükmemişti gözüme.
5 adımlık dört duvar arasında;bir masa bir yatak,bir çok yağmalanmış tuval,dolu kültablaları,boş bira şişeleri ve ne olduğunu hiç bilmeyen bir kadın huzursuzluk içinde yaşamaya devam edecekler sanırım çokça zaman daha.
Hiçbir zaman Hayır'lısı olmuyor nasılsa.

13 Eyl 2010

ruhumu parçalara ayırdı bir damla ışık gökyüzünden gelip

Havanın soğuk olması gerekiyordu, eylül'ün ilk günleri oysaki, ortasında sırılsıklam dikildiğim tarlanın çamurları bulaşmıştı üstüme, oysaki bugün yağmur olmayacaktı, üstümdeki yırtık pırtık kıyafetin bir zamanlar güzel olması gerçeği şu an onun yırtık olduğu gerçeğinden daha mı üstün yoksa?
Üşümem gerekmiyor mu aslında şuan, çünkü bugünün soğuk olması gerekiyor. Gözlerimin etrafında dolaşan alev haleleri nereden gelmekte peki? Yoksa ben bir yıldırımla intihar etmek isteyecek kadar deli bir kadın mıyım?
Neden kıyafetlerim yırtık peki?
Hayata dair gördüğüm yarı gerçekliğin uzantısı mı? Uzaklarda gök gürültüleri var, yoksa tanrı var ve bu gece benim için yas tutup ağlıyor mu?
Bilmiyorum belki de bir önemi yok. Gök gürültüsü yaklaşıyor, sanırım bir kaç yüz saniye var sonuma.
Gök gürlüyor, tanrı daha da gürültülü ağıt yakıyor dalga geçermiş gibi "kabullenme sen daha".
Yüzümde hafif bir gülümseme çocukluğumun soluk bir gölgesi olarak. Avuçlarımda demir bilyelerim, ayın bir parçası görünüyor bulutların arasından ve kör oluyorum bir anlığına, bu ışık ah bu yakıcı ışık ve uğultu misali bir gümbürtü, yoksa tanrı hıçkırıklara mı boğuldu?
ama üzgünüm beni hiç etkilemiyor bu,belki de ağlama sırası sende artık;çünkü inanmıyorum artık bir gökyüzümün varolduğuna.

7 Eyl 2010

nefretimin zincirlerini parçalayıp bir piç olduğumu kabul ediyorum

zorlama işte artık!
olmuyor.
kalan son sigarayı yakıp derin bir nefes al.
ve sonra ver.
kopacak zincirlerin işte o zaman(ne zaman),
sadece hayalinin tadını çıkar.
sonra boğul.
ne kadar güzel,
dinlesene bir kapatıp gözlerini...
uzaktan deniz sesi,
kabusunun gölgesi.
tek bir taş
ve etrafında çimler.
kimse olmadan
çıplak ayakların,
çamurda.
ah toprak dinlendirici.
zerre hakkı yoktu sana bunları yapmak için
ama artık unut
ne olur unut
ve devam et.
ve katlan her gün yüzünü görmeye.
yapabilirsin.
sadece bunu.
nefes al ve ver.
ne gördüğünü biliyorsun,
açmadan gözlerini.
gülümse evet
en doğrusu bu.
bekle
sadece ama sadece
bekle.
kim haketmiyor ki.
beyninde dönüp dolaşan
bütün her şeyi unut
farz et kafanı bir yere çarptın
ve tüm hafızan yitip gitti.
boğazındaki çürüklerden ayır
parmaklarını,
onlar olması gerektiği yeri biliyor.
izin ver.
ve yut tüm sözcüklerini,
sessiz kal.
susmak o kadar çok şey anlatır ki
her zaman.
ve herkes bunu bilir.
bilir değil mi?
bilir.
sende,
o da...
kafaya dayanmış o silahtan daha çok inciten şeyler oldu seni hayatta
ve her seferinde ayakta durdun.
şimdi neden yapamayasın.
varlığını da
yokluğunu da
çektin içine.
dolu dolu ellerin.

en iyisi bu.
en iyisi bu.
en iyisi bu.

3 Eyl 2010

kimin kalbi daha çok kırılır? en büyük tutkal benim ellerimde

düzinelerce gel-git arasında
hırlarken,
tek ayağı kopmuş bir sandalyeye oturup;
izliyorum ellerinin hareketini.
çocuk gibi yalayıp yuttuğu kaseyi elimle işaret ederek
tadı güzel mi diyorum.
elinde tuttuğu bir kase
pirinci bol sütlacın dibini sıyırırken,
şeker komasına girmiş bir çocuk gibi sırıtıyor karşımda.
tutamıyorum kendimi gülümsüyorum bende.

hatırlanacak onca şey varken
geçmişin tozlu raflarının arasından
sadece bu anıyı çekip çıkartıp
kana kana içiyorum.

Özür dilerim…

karanlık bir kuyuya girmeyi
bende hiç istemedim.
biliyorsun.

fark ettiğim tek bir şey var
aylar sonra…

ne o,
ne bu,
ne şu…

umrumda bile değil hiç kimse.

gelsen ve mavilerinde beni boğsan;
sesimi bile çıkaramam.

ihtiyacım var,
sadece sana.

tıpkı senin bana olduğu gibi.