28 Ara 2011

yazmak ya da yazmamak işte bütün mesele bu

Hiç bir zaman yeni yılda şunu yapacağım,bunu yapacağım diyen biri olmadım.
Fakat bu sene diyorum.

-Sigarayı bırakacağım!
-Spora başlayacağım!
-Kahvaltı denen öğünü hayatıma sokacağım!
-Günde 20 bardak kahve içmeyeceğim!
-Erken yatıp,erken kalkacağım!
-Daha çok kitap okuyacağım!
-Daha çok fotoğraf çekeceğim!
-Sevdiklerimle daha çok ilgileneceğim!
-Kendimi gereksiz şeyler için üzmeyeceğim!
-Eve tıkılıp kalmayacağım!

Şimdilik aklıma gelenler bunlar.
Kendime daha çok özen göstereceğim açıkçası...
Ki bunu şimdiye kadar hiiiç yapmadım neredeyse.

--

Uzun bir süredir kimseyle iletişime geçesim yok. Yazasım hele hiç yok.
Hala babaannem giriyor rüyalarıma.
Hala vedalaşamadım sanırım.
Pazar günü W'nin ailesine gittik. Babası evi kapattılar mı diye sordu ve ben bir 5 saniye neden evi kapatacaklar ki diye düşündüm ve sonra düştü aklıma babaannemin öldüğü.
Neden bu kadar etkilendiğimi bilmiyorum. Neden bu kadar uzun sürdüğünü de...
Dedemin ve anneannemin sıra bizde demeleri de çok koydu bana.

Evet ek bir madde daha...
- Bu kadar duygusal olmayacağım.

--
Doktora gittim iki hafta önce. Ultrasonla tüm iç organlarıma baktı. Midem,akciğerim iflasın eşiğindeymiş.Ki zaten farkındayım... Bu kararlar biraz da bunun için alınıyor.
Aslında korkum yok öyle ölürüm ederim diye. Ama sürünmek çok ürkütüyor beni.
--

Yarın gece İzmir'e gidiyoruz.
Evimi özledim. Ailemi özledim. İzmir'i o kadar özledim mi bilmiyorum. İstanbul'da ki kadar çok özlemedim.
En sevdiğim özelliğim bu işte...
Yanımda sevdiğim insanlar olunca bana her yer çok güzel geliyor. 2 ay evden çıkmasam hiç farketmem biri söylediğinde bunun bilincine varırım sadece.
Kendi kendine yetebilmek önemli olan belki...
Ve ben çocukluğumdan beri kendi kendime yetebiliyorum.

Yeni bir madde daha geldi aklıma...

-Yazılanlar toparlanacak. Devam edilecek. Baktın olmayacak sıfırdan başlanacak. O daktilonun başına artık oturulacak.

--
Kendi kendime yetebiliyorum diyorum ama bazen kendimi o kadar yalnız hissediyorum ki.
Hem de evde tek başıma otururken değil böyle onlarca kişi bir aradayken...
Sanki hiç bir yere ait değilmişim, hiç bir yere uyamıyormuşum gibi.
Bu his geçmek bilmedi hiç...
Ve sanırım da hiç geçmeyecek hayat boyu.

-

6 Ara 2011

daha fazla parçalarıma ayrılamam derken hep daha fazla parçalanıyorum

Önce büyük büyük annemi kaybettim...
1 aralık günü ise babaannemi...

İçimde çok büyük bir boşluk var. Dolmayacağını bilmek ise en kötüsü...

Babaannem öldüğünde bu kadar etkileneceğimi, bu kadar üzüleceğimi hiç düşünmezdim. Ama 6 gündür dinmek bilmiyor yaşım.

Olduğum yerde,
siyah beyaz bir kareyim geçmişten.

Tek istediğim mağarama sinip,yüzyıllar boyunca uyumak.

Babaannem masallar anlatırdı bana küçükken... Öyle kimse bilmezdi kendi uyduruverirdi.
Ah bir hatırlayabilsem...


En kötüsüyse, bu günleri yalnız atlatmaya çalışmak.

ve üstüne üstlük ciğerlerimi üşütmüşüm.

öyle mutsuzum ki.
öyle yalnızım ki.

28 Eki 2011

benim canım arkadaşım anne oldu

:)
Ben bugün teyze oldum.

5 adımlık,minnacık bir odanın içinde yaşadık yıllarca...
Her şeyimizi paylaştık...Paramızı, yemeğimizi, içeceğimizi, kıyafetlerimizi, hayallerimizi, üzüntülerimizi, mutluluklarımızı....
Hepimiz ayrı diyarlara yol aldık. Hayallerimiz değişti yıllar içinde. Hayatlarımızdaki insanlar değişti, farklı insanlar girdi. Kırgınlıklarımız değişti, mutluluklarımız değişti, üzüntülerimiz değişti.
Bir tek biz değişmedik.
Biz,Üçümüz...
Farklı yerlerde yuvalar kurduk...
Evlendik.
İlk önce o evlendi.
Canım Özlem'im.
Öyle güzel bir anne oldun ki...
Başar'ımız girdi hayatımıza şimdi. Pamuk gibi çok güzel bir oğlan.
İçim içime sığmıyor.

Geçmişe döndüm sabah 08:30'dan itibaren.. Simge'm bir heyecan Özlem'i doğuma aldılar diye aradığında..
İlk geldiği gün,neşesi,ders çalışmaları, sabah kahvaltıları, gece çekimleri, danslar, gırgır şamatalar ah ahhhh...

Analı babalı büyüsün,nazarlar değmesin umarım.

Şimdi sıra Simge'de..
Sonra ise bende ;)

26 Eki 2011

yüreğim sıkışıyor

nasıl bir ekim bu ya nasıl bir ekim...
nasıl vurdu hepimizi.
hayat devam ediyor evet ama ben iki saatte bir ağlıyorum daha sonra tekrar toparlanıyorum sonra televizyonu açıyoruz ben yine başlıyorum ağlamaya.
W yasakladı haberlere bakmamı netten,tv'den.
Çok etkileniyorum ve daha sonra hasta oluyorum.

Bir çok etkinlik var herkes paylaştığı için ben paylaşmıyorum artık hiçbir link.
Facebook'tan ve twitter'dan yeterince paylaşımda bulunuyoruz.

Gölcük depreminde bir çok yakınını kaybetmiş biri olarak herkese dua ediyorum sürekli.


Embesil gibi yazdığımın farkındayım fakat şu an yine sinirlerim bozulmuş durumda!
Sen orada sana yardım etmeye çalışan askerlere nasıl tuzak kurabilirsin,nasıl katılaşmış, nasıl gözü kör olmuş bir insanlıktır bu!
Neyse ağzımı açmıyorum ben...
Çünkü küfürden başka bir şey çıkmıyor şu günlerde!

15 Eyl 2011

evlendim.

Evet,sonunda bende evliler kervanına katıldım,29 Temmuz 2011 tarihinde.
votka'mla yıllar süren can çekişmelerimizi sonunda nihayete erdirdik.
Üç katlı,bahçeli mütavaaazıı evimizde ev hanımlığının keyfini sürüyorum.
Bol bol okuyup,hala bir şeyler yazmaya çalışıyorum.
Anlaşılacağı gibi pek bir şey değişmedi.
Ve hala bir kısa film çekemedim ;)



17 Haz 2011

uykumun en tatlı yerine kazınmış silüeti

Düşüyorum tavşan deliğinden saliselerce...
Yere çarpıp,duruyorum sonra.
Ağaç kavuğundaki kapılardan geçebilmem için,
ne minik bir kurabiye var
ne minik bir şişe etrafta...
Umutsuzluğa kapılırken tam,
bir kapı açılıyor ardına kadar.

Uykumun en tatlı yerine kazınmış silüeti.

Çekinmeden gözlerimin içine bakabilmesiyle,
çelikten ördüğüm tevazum tuzla buz oluyor.
Zamanında yuttuğum her cümleyi;
safra olarak bırakıyorum ayakuçlarına.
Söylediklerinin aksine;
sahip olduğuma inanmadığım tüm gücüm tükeniyor
ve
aramızdaki bir adımlık mesafeyi okyanusmuş gibi aşarak,
dolanıyorum kollarına.
Hiçbir şey olmamış gibi sarıyor bedenimi.

Yutkunuyorum uzun bir süre.
Ama dudaklarımı aralayıp çıkaramıyorum sesimi.

Kahrolası bir rüya da bile soramıyorum...

Ömür boyu neden istemedin beni?

10 Haz 2011

ismim Toprak.Can veren Toprak.Yetiştiren Toprak.Gömen Toprak. '2'

Her şey sanki yavaşlatılıyordu bir el tarafından.Benim yan sandalyeye oturuşum,beni sahiplenen adamın karşı masaya doğru ilerlemesi,yumruğunu kaldırması,suratına indirmesi,ezilen eti,dudağının kenarından süzülmeye başlayan kan,yumruğu indiren adamın yere düşüp bayılması ve benim aynı anda kahkahalara boğulmam...
Herkes şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışırken,ikimiz kahkahalarla gülüyorduk karşılıklı masalarda birbirimizi yiyecekmiş gibi bakarken.Abartılı bir hareketle dilini çıkarıp dudağından süzülen kanı yalıyor.Tuttuğum nefesi bırakıyorum.
Yıllardır hüküm süren sonumun üç noktalarından biri işte böyle silinmiş oluyor.
O gece arkama yerleşip boğazımı sıkarak ulaştığı doyum sonrası daha net anladım ne kadar kaybolduğunu.O bir gezgin değildi. Suçluluk duygusunun s'si dolaşmıyordu bedeninde.Birbirimizi becerdiğimiz küf kokan minicik pansiyon odasının kapısına,kaçarcasına ulaşmaya çalışmayacaktı biraz sevgi hissedebilmek için.O,kalmaya gelmişti.
En yüzeysel haliyle O;av rolü yapan ama hiçbir zaman da avcı olamayacak kafası karışmış bir adamdı.Kararımı verip ayağa kalkıyorum ve giyiniyorum. Nefes almaktan, insanlardan, yaşadıklarımdan,kendime yaşattıklarımdan duyduğum bütün öfkeyi sesime yansıtarak 'iki gün sonra gel.' diyorum yüzüne bakmadan ve çıkıyorum odadan.
Gece lambalarının verdiği loş ışıkta topuklarımın sesiyle beraber yürürken birden durup,yukarı doğru bakıyorum ve gülümsüyorum.Az önce sol kolumda söndürdüğü sigaranın acısı içime işliyor.

Bir türlü vazgeçiremediğim o çok konuşması beni güldürüyor. Ağzına her vuruşumda daha da çoğalıyor kelimeleri. Duymamaya alıştım çoğu zaman söylediklerini.Yaşadıklarını hatırladığı ilk andan itibaren anlatıyor,tekrar tekrar.Hepsi benim anılarımmış gibi benimsedim artık.Gözümü kapattığımda;annesinin o çok sevdiği sütlacı yaparken tencereye koyduğu şekeri,babasının tütününü çarşafın içine koyup kıvırıp yalamasını, sevgilisinin altın buklelerinin omuzlarına dökülüşünü,sıkıcı iş arkadaşlarını ve götünü sikmek istediği patronunu görebiliyorum.
Normal bir ilişkiymiş gibi...
Beni yine ezberlediği(ya da ezberletildiği) kalıplara oturtmaya çalışıyor.Her gün görmeye çalışıyor,kıskançlık krizlerine giriyor,hiç açmadığım hediyeler yolluyor,sinemaya gitmek istiyor...Kısaca normal bir ilişkide ne yaşanıyorsa benimle yaşayabileceğini sanıyor.Bunu alamayınca yaptığını farkediyor ve kendine öfkeleniyor.Öfkesini,doymak bilmeyen sapkınlıklarıyla benden çıkarmaya çalışıyor.Bu kadar normal olmaya çalışırken,
kaçmaya çalıştığının normallik olduğunu sanması beni çıldırtıyor. Anlatmaya çalıştığımda dinlemiyor daha çok içiyor,etrafında kim varsa onunla kavgaya girişiyor ve yediği dayakla tatmin olup karşıma geçip mutlu mutlu sırıtıyor.

Bacaklarının arasına diz çökmüş kızı görmezden gelip yanındaki sandalyeye oturuyorum ve bacak bacak üstüne atıyorum. 'Bir türlü yontamadığım odun' diyorum bardağımı ona doğru kaldırıp bir yudum içerken.Bacak arasındaki benden belki on yaş küçük kız kafasını bana doğru çeviriyor ağzındaki dölü yutmaya çalışırken,gözleri fal taşı gibi açılıyor.'Kadınların senden korktuğunu unutmuşum' diyor kahkahasını atarken.'İnsanlar yaşamadıklarından korkar.' diyip kıza diğer yanımdaki sandalyeyi gösterip gülümsüyorum.Çekinerek oturuyor.Bir sigara yakıyorum;kıza doğru yaklaşıp çektiğim dumanı araladığı dudaklarından içeri üflüyorum,elimi eteğinin altına doğru kaydırırken.Derin bir iç çekiyor yan sandalyede.Kokusunu alıyorum her zaman ki gibi.Elimi geri çekip,içkime uzanıyorum.Bir yudumda bitirip,gözlerinin içine bakıyorum.
'Bu kadar normalleşebildin demek artık.'
Cevap vermiyor.Kız kalkıp gidiyor.Kapkaranlık bir boşluk oluşuyor etrafımızda.Yitip giden ruhların seslerini dinliyorum,duymak istediğim sesi duyamıyorum hep olduğu gibi.
'Yapamam,biliyorsun' diyor yutkunarak.
Gitmek için ayağa kalktığımda elime yapışıyor ve tekrar 'Yapamam' diyor. Bütün öfkemle elini itip üzerine doğru çöküyorum.Tekrar üzerime yerleşen sakinliğimle sanki dünya tarihine geçecek en önemli cümleyi söylermiş gibi 'Yaparsın' diyorum ve yanından uzaklaşıyorum arkama bile bakmadan.

Birlikte geçirdiğimiz her lanet an,unutmaya çalıştığım geçmişimle birlikte çöküyor üzerime.Kendi cehennemim beni artık kusuyor.Onun cehennemiyse hiç var olmadı.Bunu bildiği halde bilmemezlikten gelmek kolayına geliyor.En görkemli hayalini(artık benimde en görkemli hayalimdi) gerçekleştirip arkasında bırakmaya çalıştığı hayatına devam etmekten ödü kopuyor.Oysa o kadar basit ki.
Onu hayatıma soktuğumda böyle olacağını tahmin bile edemezdim.İkimizinde yitip gideceğinden o kadar emindim ki.Ama o lanet çenesiyle tüm hayatını içime döktüğünden beri, kendimi toparlayamıyorum.İçine sıçtığım kahrolası beynim zonklayıp duruyor.Özgürlüğümün iplerini eline alıp,kalan o tek noktayı da silmeli artık sonumdan.

'Tamam.'
Önümde beş dakika dikildikten sonra tamam diyor.Ayağa fırlayıp dudaklarına yapışıyorum ilk defa.Afallayıp ne yapacağını bilemiyor.Gülmeye başlıyorum.'Bu kadar tuhaf olmamalı' diyorum. 'Planlanmış olması bile yeterince tuhaf.' diyor,onu öpmemi kastettiğimi anlamamış gibi.Elinden tutup daha önce hiç kimseyi almadığım evime doğru sürüklemeye başlarken 'Ne zaman olacağını ben bilmiyorum' diyip göz kırpıyorum.Yürürken sakinleşip, heyecanlanmaya başladığını farkediyorum.Konuşuyor ama hiç dinlemiyorum.
Sırtımı yalıyor ben kapıyı açmaya çalışırken...Açılan kapıyı arkamızdan kapatıp,beni duvara yaslıyor.İki eliyle omuzlarımdan tutup 'Emin misin?' diye soruyor.Ellerinden kurtulup yatak odasına doğru yürüyorum;üstümü çıkartırken 'Sence?' diyorum.

Dört tarafı aynalarla dolu dikdörtgenim. Tam ortada yerde bir yatak var sadece. Üzerinde kıpkırmızı bir çarşaf ve tek bir tane siyah kılıflı bir yastık. Yatağın yanında da siyah çantasında, kemanım.
Koskoca evde sahibi olduğum tek şey o. Sahiplenmeyi sevmem ben hiç.
O gittikten bir kaç gün sonra öz suyumda boğulan can'ın yerine koydum onu.Bebeğim diye sevdiğim,içimde hala biraz da olsa his uyandırabilen O'ndan kalan tek mirasım.
Çalar mısın? diye soruyor gözleri parlayarak ilk farkedebildiği an. Elimdeki kanı üzerinden yırtarak çıkardığı gömleğine silip,uzanıyorum yavaşça çantaya.Kırılacakmış gibi özenle çıkartıyorum;arşeyi yatağın ucuna koyup,önce öpüyorum.Çok şaşırıyor bu hareketime.Beni ilk kez bu kadar duygu yüklü görüyor,kendime sinirleniyorum tek özel anımı onunla paylaştığım için ama çabuk geçiyor sinirim,bunu hep hatırlamalı.Ağzını açıp tam bir şey söyleyecekken sus! diye bağırıyorum.Bir köpek gibi siniyor hemen.Başka zaman olsa bu bana haz verirdi,ama elimde çocuğum varken değil. 'Saygılı olmayı öğren onun yanında ve sakın lanet penisini kaldırma!'
Arşeyi sağ elime alıp ayağa kalkıyorum.Yüzlerce ben benimle birlikte ayağa kalkıyor.Gözlerimin içine bakıyorum sadece.Çıplak bedenime bakan onu hiçe sayarken, kibirimle saçlarımı geriye doğru atıp bebeğimi boynuma koyuyorum.Bir ritüel olarak ilk önce yanağımla okşuyorum sonra gözlerimi kapatıp arşeyle telleri sevmeye başlıyorum.Rengarenk...
Gözlerimi açmadan yatağa çöküyorum.El yordamıyla çantayı bulup;son defa öpüp bebeğimi içine koyuyorum ezberlenmiş özenimle veda ederek.Fermuarın sesini dinliyorum kapanırken.
Gözlerimi açmadan hemen önce keskin bir acı kaplıyor heryerimi,çığlık atmıyorum.Beklenilenin tam tersi davranmak işlemiş damarlarıma.Ilık ılık göğüslerime doğru akarken,açıyorum gözlerimi.
Ağlıyor ve şaşırma sırasını bana bırakıyor.Gülmeye başlıyorum, ilk defa kollarımı uzatıp onu kucağıma çekerken.'Kıpkırmızı' diyor.Buğday rengi saçlarını sevmeye çalışıyorum yine ilk defa.
Çok değil az evvel(zaman kavramımı hatırlatmama gerek var mı?çok-az işte bu kadardı.) bir kadının bir adamın kasığını çizip emdiği kanla doyuma ulaşmasını yansıtan aynalar şimdi boğazından akan kanla kırmızıya boyanmış bir kadının bir adamın saçlarını okşamasını yansıtıyor.Ve ben bunu başka biriymişçesine izliyorum.
'Şaşırma gecesi.' diyebiliyorum ağzıma dolan kanla öksürürken.Mırıldanıyor.Bir kedi gibi. Aniden kollarımdan ayrılıp elleriyle yüzümü tutuyor ve kapanmaya başlayan gözlerimin içine bakıyor delirmiş gibi.
'Lanet olası travestinin boğazını kestiler' diye bağırıp hıçkırarak ağlamaya başlıyor tekrar sarıldığı kollarımda.

ismim Toprak.Can veren Toprak.Yetiştiren Toprak.Gömen Toprak.

*Bu hikaye bir arkadaşımın ricası üzerine,iki bölüm olarak 'kadınlık' isimli yazımdan etkilenip yazdığı hikayesine ek olarak yazılmıştır. Onun haberi olmadığı için onun yazdıklarını buraya yaz'a'mıyorum. Biraz bölük pörçük olabilir lakin yine de anlaşılabileceğini umuyorum.


Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum. Hatırlasam ne farkeder? Hatırladıklarım yetmiyor mu bana?
Onun seçiminin kanamaktan vazgeçemeyen kurbanı. Zaman kavramını terkettiğimi zaman kavramını kullanarak açıklamaya
çalışmayacağım hiç şimdi.Bildiğim tek bir şey var bugün,sonumun başlangıcının bilmem kaçıncı yıldönümü.
Lanet olası heriflerin,kokmaya yüz tutmuş kancıkların ağzına,işeyip yıkamadıkları penislerini sokup yağlı vücutlarını
terle boğmaya gittikleri leş gibi sidik kokan dört duvar arasında;aşık olduğum adamı bileklerini parçalamış şekilde
,bulmamın yıldönümü. Kaybetmenin,kaybedilmenin,unutulmanın,umutsuzluğun,yalnızlığın,sevginin vesaire vesaire vesaire
isimlere sahip duyguların yerini hissizliğin almasının yıldönümü.
Evet.Benim hikayemin arkasında da kaybedilen bir adam var işte.Beni diğerlerinden biri yapmaya yetmese de..
Herkes tanıdığını sanar beni burada.Oysa sadece şunu bilirler:İsmim Toprak.Can veren Toprak.Yetiştiren Toprak.
Gömen Toprak.

Burada doğdum,burada öldüm.Burada büyüdüm,büyütüldüm.Burada kaybettim cinsiyetimi.Burada parçalamalarına izin verdim
bedenimi.Burada yitirdim hiç sahibi olamadığım o kutsal ruhumu.
Burası neresi mi? Burası,kayıp ruhların birbirini sikip dölleriyle yeni kayıp ruhlar yarattıkları yer.
Eski püskü bir kilisenin yamacına kurulmuş kaybedenlerin ve yitip giden ruhların cenneti.Bu kadar,açık adres yok.
Unutmak için içip,unutmak için dumanlanan,unutmak için acı verip unutmak için acı alan birine fazla soru sormayın işte sizde.
Anlatıyorum kahrolası beynimin izin verdiğince...
Kendimi tarif etmeli miyim şuan acaba? Yoksa dişleri dökülmeye yüz tutmuş,eti pörsümüş bir kadın hayal etmek daha
kolayınıza mı gelir? Malesef öyle değil. Topuklu ayakkabıları ve siyah mini eteğiyle yürüdüğünde götüne bakmaktan
vazgeçemediğiniz, simsiyah saçlarından tutup,kırmızı rujunu dudaklarından dilinizle çekip almak istediğiniz,
dekoltesinden gördüğünüz süt gibi göğüslerinin oluşturduğu çatalı yalamak istediğiniz o kadın var ya hayallerinizde ki.
İşte o benim bedenim.Her gün,her saat,her dakika parçaladığım,parçalattığım bedenim.Başka bir şeyin önemi var mı?
Hayır yok.
Hikayen ne senin? Hahaha...İşte,gözlerimin içine bakıp görmeyi başaramamış ibnelerin ellerinde bir bardak birayla
masama gelip sordukları soru bu,sanki duymak isterlermiş gibi duysalar evlerine döndüklerinde kızlarının saçlarını
okşayıp huzurla uyayabileceklermiş gibi.Cevabım hep aynı suratlarına sigaramın dumanını üflerken;Gizem iyidir tatlım,
yormaz bizi.
İşte bu ibneler beni aşağıladıklarını düşünürler;dizlerimin üzerine çöktüğümde.Tırnaklarını kalçama geçirip,o övüp durdukları aletlerini içime soktuklarında;cennetten düşürülmenin öfkesini çıkartmaya çalışırlar girdikleri o delikten hor görerek.Oysa hiçbiri anlayamaz,doyuma yenik düşüp süte muhtaç bir bebek gibi yanıma uzanıp kollarını bedenime attıklarında kalkıp gitmenin tatminini.Bir ertesi gün yanıma sokulmaya çalıştıklarında karşılaştıkları boş bakışla kendilerini suçlu hissedip yudumladıkları birayı yarım bırakıp karılarının koyunlarına koşturup sevgi dilenmelerinin yaşattığı tatmini.
Vicdanım yok.Onların zayıflıklarıyla,Onların bağımlılıklarıyla doyuma ulaşıyorum ben.Onların suçluluk duyguları
içimdeki kaybetmenin öfkesini bastırıp nefes almamı sağlıyor.
İşte şuan az önce bacak arasından çıkıp kucağına oturduğum ve elini apışaramdan çıkarmayan adam Onlardan biri.
Ağlamasını sevdiğim için defedemiyorum.Böyle bir adamın ağlaması şaşılır şey.Hala böyle bir duyguya sahip olması insanın.
İçtikçe içiyor çok ağlayacak bugün büyük ihtimal ayaklarıma kapanacak ağlarken ve tatminim iki katına çıkacak........
Ah işte... Elinde bir bardak.. Ne kadar zamandır izliyor? Bilmiyorum. Bakışlarıyla delip geçebileceğini düşünüyor sanırım..
,Göz göze geldiğimiz o andan itibaren sertleştiğini hissedebiliyorum.
Kokusunu alabiliyorum.Bu kadar yıl burada olup daha önce kendimden başka kimseden almadığım kokuyu çekiyorum içime.
Acı...
Kucağında oturduğum adamın sahiplenme duygusu o kadar gelişmiş ki farkediyor karşı masada ki sessiz iç çekişleri.
Kulağına eğilip "Sonumun,başlangıcının yıldönümü kutlu olsun" diyorum bir kahkaha patlatarak.

8 Haz 2011

kadınlık

ruhunu diktiği bedenin artık var olmadığını görünce;
ya kendine gel,
ya git!
işte böyle dedi; buz gibi bir sesle.

kendini kaybetmesi kolay da,
kendini bulması ne zor..

aynaya baktım,
ama göremedim yüzümü.

tanık koruma programıyla yüzü değiştirilmiş bir gammaz gibi yüzünü araması insanın aynada...
bildiğini göremeyince tepkisiz kalması...
yüzlerce kez yıkaması...

işte bu yüzden;
olmayan bir peyniri labirentte arayan çaresiz bir fare misali,
tam şu an kendimi bir şişenin içinde aramam.

oysa;
aylar önce parçaladım ben tüm vücudumu.
elime bir jilet alıp;
bacaklarımdan başlayıp;
lime lime doğradım tüm kadınlığımı.

bu kadar mı zor;
kabullenip,
o gölgesinden kurtulamadığım arsız gülüşünü alıp
siktirip gitmek?

bir bardak,
bir bardak,
bir bardak,
bir bardak,
bir bardak,
bir bardak daha..

bak
çok
kolay
oysa.

4 Haz 2011

göremediğini görmeye heves etmiş gözlerim

Soğuk bir kış günü...
Hiç bilmediği bir yerde,hiç bilmediği bir sabah.
İsmi meçhul bir otobüs firmasının yağlı servis camından görüyor etrafı.

Daha yeni başlamış denizin altından araba geçirme sevdası ve O; o inşaatın istinat çeliğinin önünde bekliyor onu,kokusu içine işleyecek ceketi üstünde.

Gözlerine kadar inmiş mor beresiyle iniyor servisten heyecanla.
Birbirlerine doğru yürüyorlar ve sarılıyorlar.

Ve bir hikaye böyle başlıyor...

Fakat ben hikaye sonlandırma konusunda ne kadar ustaysam hikayeye devam etme konusunda bir o kadar beceriksizim.
Ki zaten bu hikayeyi onlara anlatıyorum ben her gece.
İkisininde hikayedeki ortası farklı hep.
Bağıra çağıra söyledikleri şarkılar, yedikleri makarnalar, içtikleri biralar, seviştikleri yatak, mutluluk ve huzurla
doldurdukları odaları aynı sadece başlangıçları gibi.
Birde sonlarına koydukları noktaları.

...

Vedalar hiçbir zaman onlara göre olmadı.
Bu yüzden hiç veda etmediler birbirlerine.
Ne birbirlerinin kapılarına dayandılar, ne telefonlarının çalmasını beklediler.
Öyle..
Sessizce..
Çıkıp gittiler...
Nefretleri ve sevgileriyle...

Sözde.

Birbirlerini unutmaya çalışmadan devam etmeye çalıştılar hayatlarına,tüm acılarıyla.
Kendilerine bile söylemedikleri 'bir gün, bir yerde, bir şekilde karşılaşırız' umuduyla.

Ve bir gün, bir yerde, bir şekilde karşılaştılar.

Yarım kalmış ne varsa yaşamaya çalıştılar,diğer yarım kalanları yaşayamayacaklarını bilerek.

Koydukları noktaları azaltmaya çalıştılar.
Nokta aralarında yatan kadın ve erkeklerin üstlerinden atlayarak.
Nokta aralarında yatan geçmişlerini görmezden gelerek.

Hayır o filmlerde gördüğümüz sonsuza kadar mutlu oldular kısmı girmiyor devreye bu hikayede.

O hepimizin kıyısından köşesinden bildiği gün gelip çatıyor sadece.
Noktaların tek bir noktaya dönüştüğü gün.

Hoşçakal. diyor önce biri, sonra diğeri diyor Hoşçakal.

10 May 2011

olduğum yerde olduğum şekilde olduğum kadarım

-Buz alabilir miyim?
-Buz istemeyi düşünüp, bu bildiriyi gırtlağına yönlendirip, o kahrolası tellerini titreştirip sesle kelimelere döktüğün zamanı kullanıp kendin alabilirdin.
-Yani?
-Kıçını kaldır ve kendin al buzunu.

Yağmur yağıyor...Gözlerim ayaklarımda...Kafamı kaldırmaya gücüm yok...Ellerim üşüyor ve ceplerime sokuyorum...Ayaklarım her birikintide daha çok su sıçratıyor...Duruyorum...
Bu gece diğer lanet gecelerden daha çok özledim evimi...
Evim...Kaybettiğim ve bir daha kırmızı duvarlarına sığınıp insanları dışarıda bırakamayacağım evim...
Bir adım daha atamıyorum...
Olduğum yerde olduğum şekilde olduğum kadarımla duruyorum...
Öylece..
Yağmurun altında sırılsıklam oluyorum...

-Gelinliğini Nur Yerlitaş dikiyormuş.Papatyalar temmuz ayına kadar kalamayacağı için özel olarak yetiştiriliyormuş şu an.Bir hafta önceden saçına uyacak mı diye bakılacak sonra özel bir buzdolabında saklanacakmış.
-Hay sikeyim...Nur Yerlitaş kim be!
-Seninle tartışmaya gücüm yok biliyor musun?
-Buz?
-...

Yağmur yağıyor...Camın önünde oturmuş dış camdan akan çamuru seyrediyorum...Yağmur temizleyecekken camı silmenin bir anlamı var mı?... Gerçi düşündüğün zaman neyin anlamı var ki... Birde içeride,camın önünde ölmüş kör sinekler var....Hepsi camın önündeki aynı noktada ama farklı zamanlarda intihar etmiş ...Birbirlerinden haberleri var mıydı acaba diye düşünüyorum bir bir sayarken hepsini... 1,9,7,4,5,3,8,2,6.... Tamı tamına onbinbeşyüzyirmiiki tane... Hepsi kör... Hiçbiri kurtulamamış... Eğer görebilselerdi belki birbirlerine yardım ederlerdi... Avcumu dayayıp onbinbeşyüzyirmiiki tane kör sineğe mezar yapıyorum... Diğer elimle camı açıyorum ve mezar olmuş elimi yağmura tutuyorum ve duruyorum... Hepsi günahlarından arınıyor...Görememenin günahı... Belime kadar sarkıyorum ve mezara doğru üflüyorum...
Hepsi tekrar uçuyor...
Gözümü ayıramıyorum...
Gözüm benden ayrılana kadar...

-Mutluluktan haber ver dilek taşı.
- ......
-Efkarının birikip içine sığmadığı olmuyor mu hiç?
-Çok içmedin mi sen?
-Bak sökülüyor.
-Ne sökülüyor?
-Sürfile yaptım ya geçen bedenimle ruhumu...
-Eeee?
-O işte sökülüyor yine...
- ....
- Gözlerin gülmeyi unutmuş.
-Çok içtin,yeter.
-Kutuplarda da kalmayacak yakında buz biliyor musun?
-...

Yağmur yağıyor...Göremesemde bir yerlerde birilerinin üzerine yağmur yağıyor...Hissediyorum...Dilini çıkarmış düşen damlaları içmeye çalışan bir çocuk var bir yerlerde...Biliyorum...
Bilmenin bir şeyleri değiştirmediğini de biliyorum...Ben zaten hep çok biliyorum, öyle diyorlar... Ama ben en çok hiçbir şey bilmediğimi biliyorum, bilmeye değecek bir şey olmadığını, bilmenin sadece bilmek olarak kalacağını... Olduğum yerde olduğum şekilde olduğum kadarımla durmamı hiçbir bilmenin değiştiremeyeceğini...

-Çok yalnızız diyordu repliğinde hatırlıyor musun? Amına koyayım harbi çok yalnızız be!
- ...
-Öyle böyle değil...Hayır birde biz seçmişiz bu sikik şeyi... Üstadların bildiği bir şey var demişizdir vakti zamanında ama işte bilemiyorum şimdi.
-...
-Lanet ses tellerini titreştirmeye götün yemiyor ama düşünebildiğini duyabiliyorum biliyor musun?
-...
-Yağlanmamış makine gibi işliyor...Gürültülü yani...Farkında olmadığın o kadar çok şey var ki sana farkedecek bir şey veriyorum bak değerimi bil.
-...
-Kıçımı kaldırabilseydim eğer...Buzdolabının kapağını açar, doldurulmamış buz kalıbını görür ve yedi ceddine küfür ederdim. Kıçımın kalkmaması iyi bir şey aslında... Ki kıçımı kaldırabilsem ilk işim işemek olurdu.
-...
-Buz...Alabilsem iyi olurdu aslında.

Cenazesini kaç kez kaldırır insan? Bir, beş , kırksekiz, dokuzyüzyedi ...
Kaç lanet bin zaman gömebilir cesedini?
Ve kaç bin lanet zaman gömdüğü cesedini, kaç bin lanet sabah tekrar karşısında canlı bulabilir?
Yitip gitmenin özgürlüğü olduğunu düşünen birini, verilen hangi sayı memnun edebilir?

-Sanırım kusma zamanım yaklaşıyor...
-Deli olduğunun bilincine vardıkça, zavallılığın gözüme gözüme batmaktan vazgeçiyor.
-Günümün hangi dakikalarına tekabül ediyor bu söylediklerin biliyor musun?
-...
-Biliyor musun?
-.......Bilmiyorum...Ama sana lanet olsun onu biliyorum.
-Hep içerken kaçırdığım 13 rekatlık yatsı namazı dakikalarına...
-Kussan ve sızsan ve bu konuşmaları sonsuza kadar silsek beynimizden.
-Benim kaçırdığım siktiğiminin yatsı vakitlerinin hesabını da sen verirsin artık.
-Ve sabah ve öğlen ve ikindi ve akşam...
-Hiç bilmediğim dualar ve hiç almadığım abdestleri unutma.
-Gerizekalısın sen.
-Gerizekalı olmadığımı biliyorsun sadece promilim yüksek.
-Promili yüksek bir deli...
-Şu söküğü bu sefer sen diksen şöyle sağlamından? Sürfilelerim işe yaramıyor artık.
-......
-...
-......
-Gözümde canlanır koskoca mazi sevgilim nerede ben neredeyim suçumuz neydi ki ayrıldık böyle kaybolmuş benliğim bak ne haldeyim... Efkarım birikti sığmaz içime bin sitem etsem de azdır kadere gülmeyi unutan yaşlı gözlere mutluluktan haber ver dilek taşı.....
-Dilek taşını sikeyim.
-Ben de...
-...
-Buz...
-...
-Getirecek misin?

3 May 2011

son kullanma tarihi geçmiş sütü içebilir miyiz,ne dersin?

Sicim gibi akıyordu yaşlar gözlerinden oturduğumuz kafenin sigara içilebilen bahçesinde.Kafeye gelmeden önce kocaman bir koridor aşmıştık elele,kocaman bir duvarı kırmıştık yine beraber.
Konuşamadı daha fazla,durdu yutkundu.Elleri titreyerek kahvesine uzandı ve bir yudum alabildi,fincanı bırakamadı..Sanki tüm gücünü ondan alıyormuş gibi...

Kıç kadar bir odanın içinde dört yılımızı geçirmiştik beraber.Sabah altıda uyanır,duşunu alır uzun uzun kopkoyu güzel siyah saçlarını tarardı.Saat yedi buçuğa doğru bir hışımla odanın tüm perdelerini açardı benim ranzama basarak. Her sabah ama her sabah lanetler okurdum içeriye aldığı gün ışığından kendimi korumaya çalışarak,oysa o bunu çok komik bulurdu.İki tarafa ördüğü saçlarından birini parmaklarının arasında çevirerek kahven hazır derdi yüzünde kocaman bir gülümseme.Oflaya puflaya kalkardım yataktan her seferinde,dersim olsun olmasın böyle uyandırırdı beni. Yatağımı o toplardı,dolabımı o düzenlerdi,karnımı o doyururdu.Benim şımarık,sevgiye ilgiye doymak bilmeyen yönümü çabuk öğrenmişti.
O kadar düzenliydi ki delirtirdi beni o düzeni. Montaj masamı toplaması ve benim aradığım kasetleri bulamamam yüzünden bir çok kez birbirimize girmiştik. Ama o hep sakin olandı. Hiç hissettirmezdi, hiç göstermezdi.. Suyun altına girer orada ağlardı,orada yaşardı tüm öfkesini. Banyodan çıkar yüzünde bir gülümseme hani çayım derdi sonra. O'ysa benim cinnetlerimin en yakın şahidiydi hep.Kendimi doğramalarımın, ortalığı yıkmalarımın, ağlamalarımın...

Yıllar önce upuzun bir koridorda elinde elimi hatırlıyorum.Midem korkudan o kadar çok bulanıyor ki yapamam diyorum ona bunu yapamam ne olur gidelim buradan. İlk kez kızıyor bana bir bir anlatıyor,bir gece önce sokaktan donuma kadar ıslanmış bir halde odaya döndüğümde yaptığımız konuşmaların aynısını tekrarlıyor.Ve ben kapıyı açıp giriyorum.Parçalarıma ayrılıp çıkarken içeriden,sımsıkı tutuyor elimi yine,gülümsüyor.
Şimdi o günkü halimin bir yansıması gibi duruyor karşımda .Elleri titriyor.Gözyaşları durmuyor. Kaç yıl geçmişti üzerimizden.
Babasından ona kalan fotoğraf makinesi hatırına asıl mesleğini çöpe atıp ülkeyi terketmişti ardında bir sürü hayalkırıklığı bırakıp. Sımsıkı yapışmıştı anlık görüntülere...

Gülümsüyorum...Beni nasıl süslerdin haber sunuşa giderken diyorum. Gözleri parlıyor. Dönebilsek o günlere diyor. Boğazıma bir yumru oturuyor...Onun en güzel zamanlarının benim en kötü zamanlarım olmasını hatırlamak işimize gelmiyor.

Hani özgür kuşlardık biz...Hani hep uçacaktık diyor dudakları titreyerek.

Şipşak bir görüntüye hapsetti onu aşk diyarı diye adlandırılan şehrin sokaklarından birinde.İlk görüşü böyleydi.Yemyeşil gözleriyle yanına gülümseyerek geldi ve merhaba dedi.Çabucak kaynaştılar. Öyle olur ya hep...Bir insanı sanki tüm hayatınız boyunca tanıyor gibi olursunuz işte onlarda öyleydi.
Herkesin hayalini kurduğu şehirlerden birinde,herkesin hayalini kurduğu gibi bir adam..Ne yapabilirdim ki kendimi kaptırmaktan başka diyor...
Sonrası...Masal gibi...ufacık bir çatı katı,kendilerine kurdukları kocaman bir dünya...Hayal gibi...Gerçekten hayal gibi...
Ta ki..Bir sabah uyandığında tüm eşyalarıyla birlikte onu gitmiş bulana kadar...
Kavga bile etmediler.Bir kerecik bile tartışmadılar...

Gittiğinde bir damla dökülmedi biliyor musun? Hiç ağlamadım,hiç üzülmedim...Daha doğrusu bir şey hissedemedim.. Korktuğumu hiç söyleyemedim ona... Yabancı bir ülkede,yabancı bir dille yeniden doğmuş gibi oldum ama ben bendim sonuçta nasıl değiştirebilirim ki özümü. Bana hep birbirinin aynı insanlar bir arada olamaz dediğini hatırlıyor musun? Hani hep birinin değişmesi gerekirdi,hani hep biri bir şeylerden vazgeçerdi.Hiç
anlayamazdım o zamanlar...Saçmalık derdim bu dediğine,iki kişi birbirini seviyorsa her şey mümkün olurdu.
'Bir gün gelir patlayıverir vazgeçen taraf, bir gün gelir en büyük hatayı kendinden vazgeçmekle yaptığını anlar ve bu hatayı hiçbir zaman düzeltemez.'
Yıllar önce ağlamaktan şişmiş gözlerini acıtıyor diye ışığı yakmayıp hep beraber mum ışığında oturmuş votkalı biraları yudumlarken kurduğun bu cümle,yıllar sonra tek başıma mutfakta kendime çay demlerken karşıma çıkıverdi işte. İşte o zaman anladım ne demek istediğini diyor.

Hıçkırmaya başlıyor ve elimi uzatıp elini tutuyorum...sımsıkı...

Şımarıklıkta sınır tanımayan,sürekli ilgiye muhtaç biri nasıl bu kadar güçlü olabilir diyor. Kahkahayı basıyoruz.
Değiştiremeyeceği çok şey oluyor insanın hayatında biliyorsun.Güçlü müyüm bilmiyorum ama dayanıklıyım sanırım ayrıca o hiç sevmediğin insan var ya ondan öğrendim bu kadar güçlü durmasını diyorum gülerken.Sahi o nasıl? diye soruyor. Biraz duraksamadan sonra hala mavi diyorum... Sen nasıl hala kırmızıysan o hala mavi...
Sense hala mor diyor.

Elimi elinden sıyırıp,karnına koyuyorum.Gözlerimi kapatıp kalp atışlarını hissetmeye çalışıyorum. Hissedemiyorum...
Gözümü açmadan 'keşke...'yle başlayan bir cümleye girişiyorum ne diyeceğimi tahmin ediyor ve susturuyor beni...
Değiştiremeyeceğimiz çok şey var hayatımızda...sakın söyleme! diyor.
Gözlerimiz birbirini buluyor ve sessizce yıllar önce verdiğimiz sözü yineliyoruz.

Biz hala özgür kuşlarız ve hep uçacağız diyorum.Ve sen dünyaya yeni bir özgür kuş getireceksin ve ben adını 'erik' koyacağım diyorum. Erik diye isim olmaz diyor gülerken o zaman 'böğürtlen' koyarım diyorum ve atıyorum kahkahayı...

Üstümüzde o ana kadar farketmediğim üç kuş havalanıyor. Hemen elimi karnından çekip hep hazırda beklettiği makineyi alıp deklanşöre basıyorum böğürtlenimize ilk şipşak derken.

Geri gelmeyecek...diyor tekrar titremeye başlayan sesiyle..

Evet geri gelmeyecek diyemiyorum...

Yalan da söyleyemiyorum...

Kollarımın arasına alıp sımsıkı sarılıyorum sadece...

29 Nis 2011

la vie en rose

İçimde konuşan bir ses var...
Şikayetleri,istekleri hiç bitmiyor.
Günün her dakikası o berbat sesiyle belki hiç göremeyeceğim kıyıda köşede kalmış tüm olumsuzluklardan bahsedebilir.
Hayatın berbatlığından girip;saçlarımın bana hiç yakışmadığına,kıskançlığıma,en sevdiğim kahve fincanımda oluşan çatlaktan,tırnaklarımın bakımsızlığına,odamın rengine çıkan ve hiç bitmeyecekmiş izlenimi uyandıran uzun bir tirada girişebilir her daim.

Alıştım...Öyle çok alıştım ki onunla savaşmıyorum artık.
Yıllardır sesindeki neşterle dilimlere ayırıyor içimi...
Parçalara ayrılmanın benim için zor olmadığını bilmesi işini kolaylaştırıyor tabi ki.
Ama bir kaç haftadır beni şaşırtıyor..
Dinle...
Duyuyor musun bir şey?
...

Suskunluğunun kötüye işaret olduğunu düşünecek kadar bütünüm onunla...
Lakin onun bu sessizliği...
Huzur...gibi....

Ölümümü düşlediğimde...
Bembeyaz karın içine uzanmış, ayaklarını, ellerini hissetmeyen, kalp atışlarının gittikçe yavaşladığı, göz kapaklarının kapandığı, dağılmış saçlarıyla uykuya teslim olan bir ben gelir hep aklıma.
İşte huzur bu derim hep.
İşte huzur bu.

.
.
.

Ufacık,minicik içi dolu turşucukken ben,anneannemin oturma odasındaki masanın altına girer oradan hiç çıkmazdım.Kendi kendime oyun oynar,şarkı söylerdim. Çocukken hep özel bir yeri olur ya kendine ait insanın.. İşte orası öyleydi benim için. Benim evim,benim özel alanım.
Sonra halam bir gün elinde kocaman bir kutuyla geldi. Kocaman büsbüyük pespembe bir bebek evi... Tüm çocukluğu boyunca kamyonlarla,arabalarla,kumlarla,taşlarla vs. oynamış bana hem de...
Belki de o gün başladı benim için "kız çocuk" olmak. Pek alışamamış olmak,bir şeyi değiştirmiyor tabi ki...
O masanın altında,bir bölüme yığardım tüm eşyaları,bir kenarda da ev dururdu.Ben tam ortasında...Eşyaların olduğu bölümden alışveriş yapar sonra saatlerce o evi yerleştirirdim.Halı mı eksik ya da beğenmiyor muyum? Anneannemin eteğine yapışır evdeki kumaşlardan,paspaslardan ona diktirirdim hemencecik ve devam ederdim taşınmaya...
Ama bu kadar..Hiçbir zaman o evin içine oyuncak bir bebek sokup oynamadım. Kuzenime ve küçük teyzeme devrettim hep oynama işini..

"Çünkü oynarsan gerçek olurdu,çünkü oynarsan hevesin kaçardı."

.
.
.

Aklından bunlar geçerken;
-ayarlasalar bu kadar oturamazdı-
"la vie en rose" çalıyordu salonda..
Her şeye inat...
Ve bir dönem bitiyordu.
Sen bitiyordun.
O bitiyordu.
Zangır zangır titreme geçmişti.
Evet geçebilmişti.
Ellerine baktı,sanki daha önce hiç görmemiş gibi.
Kadehine uzanıp bir yudum şarap içti.
Gözgöze geldiler.
Usul usul anlattı okyanus sesiyle saçmasapan tüm düşlerini.
Serçe parmağını yaklaştırdı ve dokundu sağ bileğine farkında bile olmayarak.

İçindeki sevinci dinle dedi ses. Şaşkınlığından küçük dilini yutabilirdi. Rolleri ne zaman değişmişlerdi...

Tüm korkusu geçti.

Oynarsa...
Hevesi kaçmazdı.
Biliyordu.

İçimdeki sevinci dinliyorum dedi.
Anlayamayarak gözlerini kırptı.
O'ysa gülümsedi...
Belki daha önce hiç böyle gülmemişti ona.

İşte asıl huzur bu dedi...
Huzur bu..


* Murat'a...Nişan günümüz.

7 Nis 2011

Antijen

Başrol oynadığını sanan figüran,sürekli kendini nimetten sanmanın sınırlarını zorluyor.
Kafasını her sallayışında ağzından saçılan salyalar etrafındakilere bulaşıyor.
Asalaklığına yataklık eden bünyelerin bu durumdan zerre şikayetinin olmaması,
farkındalığa sahip olanların kanındaki beyaz küre sayısını düşürüyor.
Böylelikle pörsümüş bedenlere soktuğu sallanan dişlerini sökme isteği bünyelerinden yağ gibi kayıp gidiyor.

Kemiksiz dilinin günahını çekmeyeceğini bilmesi cehennemde olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Hiçbir zaman sahibi olamayacağını bildiği ama kendininmiş gibi davranmaktan vazgeçmediği kasap vitrininden;
seçtiği en güzel etleri parçalara ayırıp is içinde pişirip,yemeye çalışıyor.
Sallanan dişleriyle,yalamaktan öteye gidemiyor bu çalışma.
Lakin;
yerin yedi kat dibinde bile kendini gökyüzünde sanmasına neden olan egosuyla;
kuluçkaya hazır hale gelmemiş bünyeleri inandırma çabası hiç yok olmuyor.

Zaten...
Bir akbabanın leş yemekten vazgeçmesini beklemekle;
bir kuduzun ısırmaktan vazgeçmesini beklemek,
eşdeğer.

28 Mar 2011

acil servis

-Köroğlu açıktır,ilk geldiğimiz gece biz oradan sipariş etmiştik.

Aşırı makyajı,topuklu ayakkabıları ve siyah polardan battaniye gibi şalıyla birlikte karşı bankımızda oturan koca götlü ve koca memeli kıza sabahın üçünde hastasına döner sipariş edebileceği yeri söyleyip kahvemi karıştırıyorum yavaşça.
Kuzenim sigaramı yakarken muhtarı oldun buranın diyerek dalga geçiyor benimle.Gülüyorum,konuşmamız sanki hiç kesilmemiş gibi devam ediyoruz.

-Gülsüm ne oluyor peki?
-Annenin halasının oğlunun kızı.Ayrıca ergenliğimin kabusunu hatırlatmana ne gerek vardı şimdi?
-Ne çok yüklenirlerdi sana yahu.Gülsüm anadolu lisesini kazanmış,Gülsüm anadolu lisesini birincilikle bitirmiş...

Cümlenin geri kalanını birlikte tamamlıyoruz "Gülsüm odtü hukuk kazanmış hem de bursluuu". Gülmemiz kesilmiyor uzun bir süre,ses çıkmasın diye ağzımı kapatıyorum.

Koca bulabilmiş mi bakam koca? diyor babaannemi taklit ederek ve devam ediyor;Nebaayaat halanın o bayram kasıntılı kasıntılı sanki sen orada yokmuşsun gibi dayıma dönüp eee Esthheerr naaptıı kazanabildi mi üniversiteyi diye sorması ve annaaanemin Esther bitirdi üniversiteyi Kanal D'de çalışıyor diye atlaması,bir de oradan çıktıktan sonra benim torunumun götü senin torununun götü kadar büyük olsaydı Harvard'ı burslu kazanırdı diye söylenip durması..
Tutamıyoruz bu sefer kendimizi kahkahalarla gülüyoruz.

Tam yanımızdaki bankta saat 23:00 sularında getirilmiş hastanın yakınları var,kadının gözleri şiş ağlamaktan.Kocası inat biriymiş.Hem de çok inat.Biraz da alkolik.Bisiklete binmiş işte o akşam alkollü alkollü,dinlememiş karısını.Yokuştan aşağıya inerken uçuvermiş bisikletten.Suratı darmadağın olmuş.Beyin filmleri çekilmiş filan.48 saat gözetim altında tutacaklar.Allah korumuş diyor kadın sürekli,bende geçmiş olsun derken ve anlatmasını dinlerken sürekli tekrar ediyorum "Allah korumuş".

Utanıyorum,o kadın ağlarken benim böyle içten bir şekilde kahkahalar atmama.O sırada kuzenimin sürekli bakıp durduğu kızı Ezgi;çay getiriyor da beni bu utanç dalgasından kurtarıyor.
Kuzenim farkediyor utanmamı,elini omzuma atıp "sende çok ağladın..geçen güzel günleri düşünüp gülmemiz kadar doğal bir şey yok emin ol" diyor.Rahatlıyorum biraz.
Gülsüm kesin baroya başkan filan olmuştur bak gör bu bayram öğreniriz diyorum.Kıkırdıyor olsun sende evleniyorsun diyip omzuma attığı eliyle sol kolumu cimcikliyor.Kolunu itip ya bırak ben evlenene kadar Gülsüm beş çocuk doğurur hem de baro başkanlığı yapar birincilik madalyasını bana bırakmaz diyorum ve sigaramı söndürüyorum gülerek.
Bayat hastane kahvesinin son yudumunu içip ayağa kalkıyorum. " Ben bir içeriye bakayım."

Hareketi algılayıp açılan kapılar.Üç tane.Biri ACİL yazan tabelanın altında.Biri güvenlik ve bekleme salonunu çocuk acilden ayıran yerde.Biriyse acil servise açılan kısımda.Her seferinde insanüstü çaba harcıyorum kapıların beni algılayabilmesi için.Güvenlik işine bakan genç çocuklar gülüp duruyor halime.Bana taktıkları melek lakabının buradan geldiğini savunuyorum babam ve halam her ne kadar başka tezler ortaya atsa da.
Görünmezliğimin simgesi:melek olmak;bence. Yine gülüyor mosmor olmuş gözaltlarıma bakarak,içeriye atabildiğim her adımla gülümsemem yüzümden silindiği için sağ dudak kısmımı yukarı doğru kaldırıp gülümsemeye çalışıyorum zorla "çay demleniyor içeride çıkarken bir bardak al iyi gelir tamam mı melek? diyor.Tam melek değil Esther diyecekken susuyorum,on bir gün önce taktıkları bu lakabı benimsiyorum artık ve "Tamam" diyorum.
Yine kapının beni algılaması için savaş verip içeriye yollanıyorum.Duvardaki mikrop öldürücü bilmem neye basıp ellerimi dezenfekte ediyorum.Bıpp bııppp bıppp sesleri yükseldikçe yükseliyor.Perdenin önünde derin bir nefes alıp azrailin yuvasına adımımı atıyorum.

11 yatak.11 monitör.11 serum şişesi.Sayamadığım kadar çok kablo takılı 11 insan.The Matrix'te ki doğmayı bekleyen insanlarla dolu o tarla gibi..Aradaki fark burada ölümün beklenmesi.

Solda en köşedeki yatakta babaannem yatıyor.13 gündür o yatakta.Kocaman iki hortumlu bir maske takıyor günün büyük çoğunluğunda.Solunum yetersizliği.Sürekli basınçlı oksijen veriyorlar.Durumu kritik.
Günde üç defa kontrole gelen profesör hiç 'ciddi' demiyor hep 'kritik' diyor. İntern doktorlarda onu taklit eden papağanlar gibi. Durumu kritik.
Elimde bir bardak kahve,az önce oturduğum bankta bir kaç gün önce oturmuş "kritik ne garip bir kelime" diye ağlarken, yanıma gelip "O makineyi takmakta bir kaç dakika geç kalsak babaanneni kaybederiz" diyen İntern doktor Can hariç ama bak.Babaannem çok seviyor Can'ı.Maske çıkıp kataterle kaldığında hep kaş göz yapıyor Can oralardaysa.Bende ki tepkisizliği görüp ilk öğrendiği bateri çalan sevgilimi hatırlayıp davulcuya varacaktın neredeyse zaten zor kurtulduk,nerede serseri var hep o diyor dinlene dinlene.

Başında durup bunları düşündüğümü farketmiş gibi gözlerini açıyor hemen.Üstüne eğilip katateri düzeltiyorum.75 yaşında hala bu kadar çok siyah saçının olması beni sevindiriyor kendime pay çıkartıyorum hemen. "Benimde böyle olsun saçlarım az beyazlasın diyorum" dağılan saçlarını geriye doğru alırken."Boyatırsan böyle,dökülür" diyor kan gazı alınmaktan mosmor olmuş ve 13 gündür iğne saplı eliyle kafamı göstererek babaanne canayakınlığıyla(!).
'su'
Su içiyoruz pipetle.
'portakal'
Çantadan önce dişlerini çıkartıp,ağzına takıyorum,sonra bir dilim portakalın yarısını elimle koparıp koyuyorum ağzına suyunu emiyoruz sadece,posası elime.
Bu kadar.
Sonra dişleri çıkart,yıka,kurula,çantaya geri koy.Kusmadan başarıyorum.13 gün önce olsa kusardım.
Ha birde içiyoruz,yiyoruz.Evet.Hastane jargonu bu.Çişimizi şimdi yaptık,ilacımızı şimdi içtik,yemeğimizi yedik,bir saattir uyuyoruz.

"Acıyor" diyor eline bakıp.Öyle çok diyor ki,benim canım acıyor artık.Sol tarafına çeviriyorum.Kolay değil bu da tabi ki.Ben 49 kiloyum.Babaannem belki 100.Ve her yerinden bir kablo çıkıyor;kukla gibi.
Önce sırtına sonra ayaklarına masaj yapıyorum uykuya dalana kadar.
Dedem kulağıma "Ne ara büyüdün sen kara kızım" diye fısıldıyor sanki,omzumun gerisinden bakıp hafifçe gülüyorum ve içimden "19 yıl oldu dede sen gideli izin ver büyüyeyim" diyorum.Ama dedem cevap veremeden babaannemin yanında yatan Faruk Amca başlıyor 'Ayşeeee' diye inlemeye.

Yanına gidiyorum hemen ne oldu Faruk Amca,Ayşe teyze yok diyorum.Hiç cevap vermiyor.Vermez ki illa Ayşe teyze ilgilenecek.Ama biliyorum su istiyor o da.Su içiriyorum onada hiç tepki vermiyor.
Dur ben Ayşe teyzeyi bulayım uyuyordur dışarıda yoruldu o da günlerdir diyorum.Gülümsediğine yemin edebilirim.

Ayşe teyze Faruk amcanın ikinci karısıymış.Balkona bile çıkartmaz onu da geçtim pencereden bile baktırmazmış Ayşe teyzeyi.Evdeki kanepede ayakucuna otuttururmuş hep,ayaklarını da dizlerine koyar öyle izlermiş televizyonunu rakısını içerken.Ondan şimdi hep yanında dursun istermiş,kıskanırmış onu.
İçkiciymiş çok,sigarada günde iki paket içermiş.Onunda solunum yetersizliği var.Ama çok kötü Faruk Amcanın durumu.Bugün doktorlar iki defa müdahale ettiler.Üzgün Ayşe teyze çok.
Bir saat önce konuştuk o masaj koltuğuna yatıp uyumadan önce.Yakınıyordu sürekli..Daha ne istiyorsun be Ayşe teyze dedim bak sana nasıl düşkünmüş.Öyle öyle,herkesler plazma alıyor dedim ertesi gün plazma aldı,set üstü ocakları çok beğeniyorum dedim ertesi gün set üstü ocak getirdi allah razı olsun çok ilgilendi çok üstüme düştü ama içme dedim dinlemedi hiç beni,sen sen ol kızım yine de seni böyle çok seven adamla evlenme senin sevdiğin senin üstüne düştüğünle evlen olur mu,burnundan getirir yoksa...

İlk kapıyla verdiğim savaşı kazanıp bıraktığım yerde uyuyan Ayşe teyzenin yanına gidiyorum.Dokunmamla hemen sıçrıyor,beni görünce gülümsüyor.Padişah Faruk sizi istiyor Sultanım diyorum.Pek hoşuna gidiyor.İlahi kızım sabah sabah güldürdün beni diyor gitmek için toparlanırken.Tam Derya abladan çay almaya gitmek için dönerken 'Esther' diyor dönüp duruyorum olduğum yerde.Yanıma gelip elimi tutuyor beraber yürüyoruz yavaştan. Pek olgunsun kızım sen ne acelen var büyümeye önce bir reşit ol sonra büyürsün diyor gülüyorum ben reşit olalı çok oldu Ayşe teyze diyorum yaşımı söylüyorum "abooovv ben seni 17 yaşında filan sanıyordum" diyor.

Gönlüm hoş,elim iki bardak çayla dolu kuzenimin yanına dönüyorum,kapıları yenip azraili arkamda bırakarak.
Uyuyor mu diye soruyor elimden bardağı alırken.
Uyudu diyorum.

-Seni görünce naz yapıyor biliyorsun değil mi?
-Korkulan torundan,naz yapılan toruna yükselebildim sonunda kıskanma en sevilen torun.

sessizlik.

Ezgi uyumuş.Aşırı makyajı,topuklu ayakkabıları ve siyah polardan battaniye gibi şalıyla birlikte karşı bankımızda oturan koca götlü ve koca memeli kız gitmiş.Herkese eskiden doktor olduğunu yardım edebileceğini söyleyen deli mi yoksa kafasının mı güzel olduğunu bir türlü anlayamadığımız amca karşı tarafta intern doktor Can'ı sıkıştırmış.

Uykusuz her gece resmen,saat beşi geçmiş yine diyorum,sigara yakarken.
Gülsüm'ün koca götünde pireler uçuyordur diyor kuzenim.

Birbirimize bakıp gülüyoruz.

25 Mar 2011

Aptal

Gözlerini kapatıp elindeki zarları;bir çok kez katlanmış ve tek ayağının altına sıkıştırılmış kağıt parçasıyla sallanması kısmen önlenmiş masaya atıyor,kimin ölüm fermanını imzaladığını bilmeden.
Açmıyor gözlerini uzun bir süre...
Tam karşısındaki sandalyede oturmuş,güldüğünde ağzının kenarında oluşan o tatlı çizgileri izliyorum.
Az önce emzirilip karnı doymuş bir bebek gibi gülümsüyor,gözleri hala kapalı.
Hiç önemsemeden,o çizgilere dokunmak istiyorum ama öylece tüm ağırlıklarıyla aramızda duruyor zarlar.
Açıyor gözlerini ve kahkahayı basıyor.

""düşeş"" -hem en ağırından hem de en hızlısından-

Rüzgar esiyor,hem de çok esiyor.
Sol elim;derin dondurucudan çıkmış bir et parçası kadar soğuk.
Sağ elim;cebinde,sol elinin içinde,cennetinin tadını çıkarıyor.
Bir el diğer elin tüm parmaklarını kesmek ister mi kıskançlığından?
İstiyor ama diğeri hiç oralı olmuyor.

Tam o sırada dönüyor ve bir şeyler söylüyor.
Belki dünyanın en önemli cümlesini kuruyor ama sadece dudaklarına bakıyorum,dinlemeden-dinleyemeden-.
Zamanı durdurarak gülüyor yine,bana aptal derken.

Hafif içe doğru çökmüş o süt dişini öpmek istiyorum günlerce.

Günler çabuk bitiyor ama.
Ve ben; hiçbir yere gitmeyen,orada öylece duran kanatlara takılı kalıp manzaranın keyfini çıkarmaya çalışıyorum.

Ki olmayan keyfimle;orada öylece durup,hiçbir yere gidemiyorum.

9 Mar 2011

Duyusuz

Parmağımı kesip,kan damlalarımı bırakıyorum dikdörtgen içindeki dikdörtgenlerine.
Kurumuş kan lekelerine bakıp,-bir damlayı dahi sorgulamadan- eline çamaşır suyunu alıp bir bezle her lekeyi temizlemeye girişiyorsun,ben lanetler savururken o ellerine.
Hissetmiyor musun hiç kokumu?
Nereye bakıyorsun diye bağırmak istiyorum şah damarım çatlayana kadar.
Görmüyor musun? Tam önündeyim işte.
Bir deri,bir kemik.
Ama sen bana hep sağırsın.
Tam önündeyim ama sanki kocaman bir boşluk var gözlerinin önünde.
Görmüyor musun hiç rengimi?
Mavi ve kırmızıyı karıştırıyorum hep senin için.
Yadırgamanı bekliyorum.
Yadırgamayı bırak sanki o renkler hep birbirine karışıkmış gibi -sanki hep seninmiş gibi- alıp üzerine giyiveriyorsun.
Ama sen bana hep körsün.
Hep sol tarafında tuttuğun kültablasına bıraktığın sigarayı sağ elimle alıp;derin bir nefes çekiyorum.
Hafifçe aralık duran dudaklarına yapışıp üflüyorum tüm dumanımı.
Hiç mi almıyorsun tadımı?
Suratını buruşturup hep sağ tarafında duran içi su dolu olan bardaktan bir yudum içiyorsun,sanki geçmişinin tüm küllerini ağzına boşaltmışım gibi.
Ama sen bana hep...

Offf.

Tam bir bok çukuru ve benden başka kimse yaşayamıyor yanında.
Omuzlarından tutup kaçıncı sarsışım seni?
Ve kaçıncı çıkmaz sokağımız bu?
Ah pardon.
Benim için yarattığın ve benim hep yarı yolda bir yere çıkmadığını farkettiğim kaçıncı çıkmaz sokağın bu?

Şimdi gidiyorum yine,saç tellerimi bırakmaya; tenime dokunduğun ama dokunduğunu farketmediğin ve geceler boyu kıvranıp durduğun yatağına.

17 Şub 2011

Pas

Ekmek kırıntıları gibi,ayak izlerini bırakıyorsun ardında.
Şeker kokusuna gözünü açmış ve uyku mahmurluğunu henüz üzerinden atamamış küçük bir kız çocuğu gibi takip etmeye çalışıyorum ayak izlerini,ürkerek.

"Oynamazsan ölürsün."

Göz kamaştırıcı bir ışık, önce.
Sonra, sağır edici bir patlama.
Ve; ardında bıraktığın ayak izlerine dolmaya başlayan su.

"Kimin gözyaşları?"

Yetişemiyorum.
Yüzyıllar geçmiş gibi.
Çamura dönüyor tüm dünyam.
Ayaklarım,ellerim,dudaklarım.
Akıyor damla damla.

"Gökkuşağı nerede?"

Renkler yok.

Hani kaybolamazdım daha fazla?

8 Şub 2011

ince bağırsağımdan kolye yapacağım sana boynuna tak diye ne çok yakışır sana

Ellerinle kaburgalarımı açsan ve gözlerini sokup içime baksan;
görebileceğin tek şey zift.

O emdiğin çiğ sütle gelişmiş hücrelerine;
zerre etki etmeyeceğini bildiğim tüm küfürleri ağzımda biriktirip,
geldiği gibi geri yutuyorum.

Yapış yapış.

Susmanın nimet olduğunu bilecek kadar çok ihanet gördü gözlerim son bir kaç yılda.
O yüzden...
Önemli değil.

Zaten ben hep.

Uymamı söyledikleri o kalıba;
sıkışabildiğim kadar sıkışmaya,
dayanabildiğim kadar dayanmaya çalışırım.
Ama;
olmaz.
Başaramam.
Sığamam.
Sonra.
Avazım çıktığı kadar bağırırım.

Yeter!
Kalıbınızı alıp siktirip gidin lütfen.

Etrafımdaki götleri görmezden gelme yeteneğimi kaybettim sanırım,
kısa bir zaman önce.
Tahammülsüzlüğüm bundan hep.

Üzgünüm

1 Şub 2011

Ezber

Dizlerinin üstüne çöküp,patlamaya yüz tutmuş bir zevkle gözlerini açıp,tenlerini pazarlamaya çalışan kadınlara dik dik bakıyorum.
Bir damla kanın düşmesiyle yaşanacak avlarını parçalama eyleminden önce,o bir kaç saniyelik birbirini tartma kısmını yaşayan sırtlanlara benziyorlar.
Genzimi yakmaya başlayan safrayı geri yutuyorum,acısını tüm yemek borumda tekrar hissederek.
Dişi tavus kuşlarının tüylerinin hiçbir çekiciliği olmadığını ama erkek tavus kuşlarının tüylerini dişileri etkilemek için açtığını hatırlarken,bakışlarımı kaçırmadan bir sigara yakıyorum.
İç güdülerim yere çökmemi emrederken,varoluşumu borçlu olduğumu söyledikleri o tek kaburgam beni ayakta tutuyor sanki ve yüzlerini dudaklarımdan kesik kesik çıkan dumanla yıkıyorum hepsinin.
Hepsi;bir diğerini görmüyor-muş gibi yapıyor.
Hepsi;ben bir diğeri değilim dermiş gibi ruhlarında dolaşan kıskançlık tohumlarını daha sonra sulamak için derinlere bastırıyor.
Hepsi;bir diğeri olduğunu kabul etmeden ellerindeki farklılıklarını, yüzlerinde hoş bir gülümsemeyle erkeğe sunuyor.

Adem'den gelme küstahlıkla,canı çekiyor erkeğin.
Her kadında;soyundan gelme o kanla,her defasında bir dünyaya düşüşü yaşıyor.
Bu O'nun hatası değil.
Bu O'nun ezberi.
Aslında tek bir hatası var;her seferinde ona içini açacak Havva'yı yaratan dölü,rahme boşaltması.
Ama dedim ya bu O'nun ezberi.

Ateşe elini bir kez sokmuşsan ve o acıyı tatmışsan
ikincisine,istemesen de engel olamazsın

İştahı gözlerimle buluşuyor.Beni ayakta tutan o kaburga bakışlarının hazzıyla titriyor.
Kibirli bir iç çekişle,gülümsüyor ve dudaklarını yalıyor.
Şah damarım zonklamaya başlıyor.
Tuzla buz oluyor varoluşumu borçlu olduğumu söyledikleri o tek kaburgamdan aldığım cür'etim.
Patlamaya yüz tutmuş bir zevkle açılan gözlerimle,dizlerimin üzerine çöküyorum.
Elimdeki tek farklılığı sunabilmenin gururuyla; bir diğerini görmüyor-muş gibi yapıyorum,kıskançlık tohumlarımı daha sonra sulayabilmek için ruhumun derinliklerine bastırırken.

Havva'dan gelen bilmişlikle,içimi açıyorum.
Her erkekte;soyumdan gelme o kanla,her defasında bir dünyaya düşüşü yaşatıyorum.
Bu benim hatam değil.
Bu benim ezberim.
Aslında tek bir hatam var;her seferinde dizlerine çökeceğim Adem'i yaratan dölü,rahmimde büyütmem.
Ama dedim ya bu benim ezberim.

29 Oca 2011

Peki

Boynumdaki perinin kanatları düşüyor yazılan her harfte.
Sana seslenebilmek için zar zor araladığım dudaklarımdan,
sessiz bir çığlık yükseliyor.
Duymuyorsun.
Yine.

"Bana bunu yapma."

Siyah beyaz bir film karesinden fırlamışçasına,
sanki her boku bilirmişçesine,
tek kaşını kaldırıp,
pekiyle başlayan cümleler;
kurma bana!
Ne olur...

Çok mu meraklıyım sanıyorsun;
bu kahrolası bataklığın içinde,
bir santim bile kıpırdayamadan
batmaktan.
Ha?
Çok mu istekliyim sanıyorsun,
her gün aynı günü yaşamaktan?

"Yapabileceğim başka ne var?"

Etrafımdaki dört duvara
bıraktığım yumruk izleri,
asla bitmeyecek o hikayeye
koyduğum noktalar hep.
Ne zaman farkedeceksin?

Görmüyor musun
gözlerimin içine içine baktığında
ne kadar umutsuz bir vaka olduğumu?

Ne için bu çaban?

"Sadece beraber olmak."

Bu kadar bencil olabilir misin?
Kendi mutluluğun için,
benim yıllarca tırnaklarımı kanatarak sahip olduğum
özgürlüğümü;
bu kadar kolay feda edebilir misin?

"Peki ya ben?"

Peki ya ben;
bunca yıldır tırnaklarımı kanatarak elde ettiğim
özgürlüğümü;
senin mutluluğun için,
-evet evet,senin için-
feda edebilir miyim?
bu kadar kolay?

Kahrolası;
o her boku bilen suratınla
buna da cevap versene şimdi
bilmiş bilmiş...

"Peki."

Neyi hakediyorsun biliyor musun?
Duyamayacak olsanda,
zar zor araladığım dudaklarımdan,
avaz avaz çıkacak bir
Defol git'i!

Fakat bunun yerine ben cevaplıyorum kendi sorumu.

Evet.

18 Oca 2011

beynimi sıyırıp yiyorum bir güzel

Bu kadar duygusuz olamam.
ya da olabilir miyim?
Hissetmiyorum.
Tek hissettiğim boğazımda biriken balgam.Çok sigara içiyorum. Al işte bir tane daha yaktım.
Ve kahrolsun ki hatırlamıyorum.
Ne kadar acı çektiğimi,ne kadar üzüldüğümü,ne kadar mutlu olduğumu,ne kadar sefilleşebildiğimi,ne kadar gülebildiğimi...
Ve yine kahrolsun ki...
Yoksun.
Yine yoksun.
Artık hiç var olmayacakmışsın gibi yoksun.
Koca bir kara delik gibi.Bana ait ne varsa içine çekiyor durmadan.
Sanki bir ameliyat masasına yatmışım ve bütün iç organlarım çıkarılmış.
Bomboşum.
Ne gündüzüm aydınlık,ne gecem karanlık.
Hatta günüm bile gün değil.
Saçma sapan bir zamana sıkışıp kalmışım.
Ne geri gidebiliyorum,ne ileri hareket edebiliyorum.
Herkes durmadan duymak istediklerimi söylüyor.
Ve ben bakıyorum sadece.
Duruyorum.
Donuyorum.
Düşsem ve binbir parçaya ayrılsam...
Ki ufacık bir sıcaklık yeter hepsinin buharlaşabilmesi için.
Umrumda değil mi?
Hadi canım.
Hangi maskemi takmalıyım şimdilerde?
Mutsuz?Boşvermiş?Alaycı?Aşık?İkiyüzlü?Serseri?Edepli?...?

Hem durmadan gel diyorum ya hani...
Gelmen neyi değiştirebilecek ki?
Gel'sen de ne değişebilir ki?

İki ucu boklu olan bu değnekte ortada durabilmek için hiç dengem kalmadı,haberin olsun.

10 Oca 2011

yok olmak var olmaktan kolay

Ufacık bir çanta...
İçine bir kaç çift çorap,bir kaç iç çamaşırı,gece yatarken giymek için bir şeyler,bir hırka,bir pantolon...
Bu kadarmış,yanıma alabileceklerim,ihtiyacım olan her şey bu kadarmış...
Hırıldıyorsun...Yüzüne doğru yaklaşıp nefes alıp vermeni kaçıncı kez kontrol edişim hatırlamıyorum.
Bembeyaz bir odada,bembeyaz bir yatakta,bembeyaz saçlarınla daha bir küçülüp ufalmışsın gibi.
Ayağa kalkmaya çalışıyorum zorla ittiriyorum kendimi...Önce sol ayak sonra sağ ayak.
Sonra geldiğim yoldan tekrar geri dönüş,odaya,sana.
Bir fincan kahve elimde.Zift gibi tadı.Yüzüm nasıl hiç bilmiyorum.Şişmiş gözler ve sapsarı bir surat...eminim.
Ve sen hala uyuyorsun ve o melekler sanki dudaklarına bastırmamış unutman için cennettekileri.Yoksa geri dönüşün mü geldiğin yere?
Gözümü kapatıyorum..Derin nefesler alıp veriyorum ve sonra açıyorum gözlerimi..
Bana bakıyorsun gülümsemeye çalışarak...
"Saat kaç oldu kızım?"
"İki buçuğu geçiyor..."
"Uyumalısın sende,sapsarı olmuşsun"
Gülmeye çalışıyorum ve başarıyorum.
Ben;bu yüzden ordayım zaten.Zor durumların kurtarıcısı.Gözünün içine baktığında gözünün içini gülümsetebilen.Onun canı,Onun kanı,Onun lokumu...
"Hangi gece bu saatte uyuduğumu gördün sen benim,ben gecelerin kızıyım,yarasaya dönüşmediğim için şükretmeliyiz ki bu hiç hoş olmazdı."
Gülmeye çalışıyor..Canı acıyor,suratı kıpkırmızı oluyor,yine nefes alamıyor...Hemen oksijeni takıyorum yüzüne.Gözlerim doluyor. Hayır dolmamalı.Bunu yapamam.
"Seni güldürmemem gerekiyorsa ben neden burdayım anlamıyorum bir başkası olmalıydı yanında sıkıcı sıkıcı uyurdunuz"
Oksijeni çıkartıp,kıpkırmızı olmuş suratıyla gülümserken beceriksiz bir şekilde kızmaya çalışıyor;
"Güldürmeyi kesmelisin yoksa boğulacağım" diyip maskeyi tekrar yüzüne takıyor.
Birden sicim gibi akmaya başlıyor yaşlar.
Korkuyorum öyle çok korkuyorum ki...
"Daha fazla dayanamayacağını biliyordum" diyor.
Gülümsemeye çalışıyorum yine ve bu sefer hiç beceremiyorum.
"Hastanelerden nefret ediyorum burda olmak hiç hoşuma gitmiyor..biliyorsun" diyorum,burnumu aldığım peçeteye silerken.
Ağlamaya başladığın an burnunu silersen ağlamanın kesileceğini bilecek kadar ustayım bu konuda.
"Herkes çok sever hastaneleri sen neden böyle doğdun ki" diyerek alay ediyor benimle.
Kahkahayı patlatıyorum.
"Kısacık kesilmiş saçlarınla oğlan çocuğu gibi tüm bahçeyi birbirine katardın,üstün başın sürekli çamur içinde olurdu.6 yaşındaydın sanırım.Tarladan gelirken sana muşmula getirmemiştim bana küsüp,tüm öğlen benimle konuşmamıştın.
Tekrar onca yolu geri dönmüştüm sana muşmula getirdiğimde sırf kucağıma atla gülerek diye."
Hatırlıyordum..Hemde öyle iyi hatırlıyordum ki sanki dünmüş gibi..
Küstüğümü ve onun tekrar tarlaya gitmek için arkasını döndüğünü ve arkasından baktığımı...
Sana muşmula getireceğim diyerek beni tornavidaların,çivilerin ve çeşitli aletlerin içine girmemem için uyarışını ve benim muşmuşları getirdiğinde konuşacağım seninle şimdi küsüm deyip arkamı dönüşümü...
O andan önce onu son görüşümü...
O gittiğinde hemen aletlerin içine girdim tabi ki oynamaya, annemin koca adamı çocuk gibi oynatıyor şımartmayın bunu bu kadar cümleleri arasında...
Sol elimin baş parmağıyla işaret parmağı arasına hiçbir zaman nasıl girdiğini anlamadığım çivi...Kanlar..Çığlıklarım..Hastaneye gidişimiz..Biraz daha üste gelseymiş zarar görürmüş eli sözlerini ve birden kafasında kanlar ve elinde bir poşet muşmulayla içeriye giren lokumumu.
O anı öyle iyi hatırlıyorum ki.Kaybetme korkumu,canımın acısını tamamen unutuşumu,kucağına atlayıp sana ne oldu peki deyişimi,bana sımsıkı sarılışını,doktorun içeri girip size de dikiş atmalıyız demesini...
Ama onun elimi hiç bırakmamasını sürekli yüzüme bakıp canının acısını bana ver deyişini...
Sicim gibi akıyor yaşlar...
"Canının acısını bana ver" diyorum.
"İçime doğmuştu sanki hissettim diyor,eve dönüp haberi aldığımda nasıl geldiğimi bilmiyorum,nasıl düştüğümü ve başımın nasıl yarıldığınıda."
"Dikişli dikişli dolaşmıştık beraber ve ben bir daha asla muşmula yemedim o günden sonra ve asla sana arkamı dönmedim ayrılırken hep yüzünden baktım arkandan değil" diyorum.
Biraz daha soluyor oksijenden.Su istiyor veriyorum yatağın kenarına oturtup elimden tutuyor...
"Her şeyin bir zamanı var lokumum.Zamanı geldiğinde kimse dur diyemez,ne kadar dikkatli olsakta ne kadar uğraşsakta bunu sakın unutma.Yaşadıklarından sonra ne kadar güçlü olduğunu biliyorum her şeyin üstesinden gelebileceğini,yenilmeyeceğini. Yokolmak,varolmaktan kolay biliyorsun.Artık hep hazırlıklı olmak zorundasın,yaşımız geliyor.İnanmadığımı biliyorsun ama eğer ben yanılmış olursam cehennemde zaten karşılacağız seninle
ve bize atılan her oduna küfür edeceğiz" diyor gülümseyerek.
Elini sıkıyorum,yanağından kocaman öpüyorum.
"Tamam lokum dedem" diyebiliyorum sadece.O anlıyor,o biliyor. Çünkü o öyledir.O ekmektir,ben kaymak.
Ama insan buna nasıl hazırlıklı olabilir ki,istesede..
6 yaşında kendi canımın derdini unutup onun canı için gözyaşı dökerken..Ve o günden sonra hep kendi canımı unutup onların canı için yaşamışken...Şimdi onun böyle canı yanarken ve ben acısını alamazken...
Yokolmak,varolmaktan kolay diyorum sürekli.

"Bir sigara içsek ne güzel olurdu şimdi" diyor gözleri hala kapalı uykuya dalmadan önce..
"Başlarım senin sigarana ben bile içmiyorum bak" diyorum.
Gözlerimizin içi birbirine gülümserken,gözlerini kapatıyor, uykusuna kaldığı yerden devam ediyor.
Ben yine nefesini kontrol ediyorum sürekli.