29 Nis 2011

la vie en rose

İçimde konuşan bir ses var...
Şikayetleri,istekleri hiç bitmiyor.
Günün her dakikası o berbat sesiyle belki hiç göremeyeceğim kıyıda köşede kalmış tüm olumsuzluklardan bahsedebilir.
Hayatın berbatlığından girip;saçlarımın bana hiç yakışmadığına,kıskançlığıma,en sevdiğim kahve fincanımda oluşan çatlaktan,tırnaklarımın bakımsızlığına,odamın rengine çıkan ve hiç bitmeyecekmiş izlenimi uyandıran uzun bir tirada girişebilir her daim.

Alıştım...Öyle çok alıştım ki onunla savaşmıyorum artık.
Yıllardır sesindeki neşterle dilimlere ayırıyor içimi...
Parçalara ayrılmanın benim için zor olmadığını bilmesi işini kolaylaştırıyor tabi ki.
Ama bir kaç haftadır beni şaşırtıyor..
Dinle...
Duyuyor musun bir şey?
...

Suskunluğunun kötüye işaret olduğunu düşünecek kadar bütünüm onunla...
Lakin onun bu sessizliği...
Huzur...gibi....

Ölümümü düşlediğimde...
Bembeyaz karın içine uzanmış, ayaklarını, ellerini hissetmeyen, kalp atışlarının gittikçe yavaşladığı, göz kapaklarının kapandığı, dağılmış saçlarıyla uykuya teslim olan bir ben gelir hep aklıma.
İşte huzur bu derim hep.
İşte huzur bu.

.
.
.

Ufacık,minicik içi dolu turşucukken ben,anneannemin oturma odasındaki masanın altına girer oradan hiç çıkmazdım.Kendi kendime oyun oynar,şarkı söylerdim. Çocukken hep özel bir yeri olur ya kendine ait insanın.. İşte orası öyleydi benim için. Benim evim,benim özel alanım.
Sonra halam bir gün elinde kocaman bir kutuyla geldi. Kocaman büsbüyük pespembe bir bebek evi... Tüm çocukluğu boyunca kamyonlarla,arabalarla,kumlarla,taşlarla vs. oynamış bana hem de...
Belki de o gün başladı benim için "kız çocuk" olmak. Pek alışamamış olmak,bir şeyi değiştirmiyor tabi ki...
O masanın altında,bir bölüme yığardım tüm eşyaları,bir kenarda da ev dururdu.Ben tam ortasında...Eşyaların olduğu bölümden alışveriş yapar sonra saatlerce o evi yerleştirirdim.Halı mı eksik ya da beğenmiyor muyum? Anneannemin eteğine yapışır evdeki kumaşlardan,paspaslardan ona diktirirdim hemencecik ve devam ederdim taşınmaya...
Ama bu kadar..Hiçbir zaman o evin içine oyuncak bir bebek sokup oynamadım. Kuzenime ve küçük teyzeme devrettim hep oynama işini..

"Çünkü oynarsan gerçek olurdu,çünkü oynarsan hevesin kaçardı."

.
.
.

Aklından bunlar geçerken;
-ayarlasalar bu kadar oturamazdı-
"la vie en rose" çalıyordu salonda..
Her şeye inat...
Ve bir dönem bitiyordu.
Sen bitiyordun.
O bitiyordu.
Zangır zangır titreme geçmişti.
Evet geçebilmişti.
Ellerine baktı,sanki daha önce hiç görmemiş gibi.
Kadehine uzanıp bir yudum şarap içti.
Gözgöze geldiler.
Usul usul anlattı okyanus sesiyle saçmasapan tüm düşlerini.
Serçe parmağını yaklaştırdı ve dokundu sağ bileğine farkında bile olmayarak.

İçindeki sevinci dinle dedi ses. Şaşkınlığından küçük dilini yutabilirdi. Rolleri ne zaman değişmişlerdi...

Tüm korkusu geçti.

Oynarsa...
Hevesi kaçmazdı.
Biliyordu.

İçimdeki sevinci dinliyorum dedi.
Anlayamayarak gözlerini kırptı.
O'ysa gülümsedi...
Belki daha önce hiç böyle gülmemişti ona.

İşte asıl huzur bu dedi...
Huzur bu..


* Murat'a...Nişan günümüz.

7 Nis 2011

Antijen

Başrol oynadığını sanan figüran,sürekli kendini nimetten sanmanın sınırlarını zorluyor.
Kafasını her sallayışında ağzından saçılan salyalar etrafındakilere bulaşıyor.
Asalaklığına yataklık eden bünyelerin bu durumdan zerre şikayetinin olmaması,
farkındalığa sahip olanların kanındaki beyaz küre sayısını düşürüyor.
Böylelikle pörsümüş bedenlere soktuğu sallanan dişlerini sökme isteği bünyelerinden yağ gibi kayıp gidiyor.

Kemiksiz dilinin günahını çekmeyeceğini bilmesi cehennemde olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Hiçbir zaman sahibi olamayacağını bildiği ama kendininmiş gibi davranmaktan vazgeçmediği kasap vitrininden;
seçtiği en güzel etleri parçalara ayırıp is içinde pişirip,yemeye çalışıyor.
Sallanan dişleriyle,yalamaktan öteye gidemiyor bu çalışma.
Lakin;
yerin yedi kat dibinde bile kendini gökyüzünde sanmasına neden olan egosuyla;
kuluçkaya hazır hale gelmemiş bünyeleri inandırma çabası hiç yok olmuyor.

Zaten...
Bir akbabanın leş yemekten vazgeçmesini beklemekle;
bir kuduzun ısırmaktan vazgeçmesini beklemek,
eşdeğer.