9 Eyl 2009

özgürsün artık

farkındayım...
hayatta kalmamı sağlayan kan pompalayan et parçam hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak...
öyle acıyor ve öyle batıyor ki güçlükle nefes alıyorum geceleri...
hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak yüreğim...
hiçbir zaman kimseye koşulsuzca güvenemeyecek...
hiçbir zaman o saf katıksız sevgiyi yakalayamayacak artık..
çocukca çırpınışlarla havalanamayacak..
inanamayacak...
özelini paylaşamayacak...
gizemini sunamayacak...
hiç kimseye can dostum diyemeyecek...
kanamaktan öteye gidemeyecek ömür boyunca...
derin bir sızı kaldı arkanda...belli belirsiz gözyaşları...
nefret ve kin duygusunu bu kadar yakın hissetmemiştim kendime hiç...
bana bu iki duyguyu öğrettiğin için teşekkür ederim ruhum...
artık özgürsün..
uçabilirsin kanatlarını kıranların yanına..
.

3 Eyl 2009

hep karanlığa kaçan karafatma

içimde ki boşluğu farkettim bu gece..
dolmak bilmeyen ve damla damla boşalan...
her gün aynı tekrarların arifesi..
ne haddinden az ne haddinden fazlaydım aslında 
tam kararındaydım
kararlarımın gölgesinde..

kayboldum..
yere atacak ne kaldı ki ufacık ellerimde...
arsız bir çocuk gibi tükettim son ekmek kırıntılarımı da..
zamansızca..

1 Eyl 2009

ah bu şarkılar olmasa

şehirler arası yollardaydım yine...yanımdan hızla,daha ne olduğunu anlayamadan şehirler geçiyordu..camda silüetim...yorgun,mosmor,çökmüş gözler...yanım boş,ayaklarımı uzattım...kulağımda "düştü elleri içinde ki boşluğa su titredi yaprak oynadı dalından" diyordu Cem Adrian..elimde ki kitabı yeni bırakmıştım..birer sigara içebilelim diye durdu otobüs iki şehir arasında o hiçbir zaman varolmayan ama betondan duvarlarla han görevi yapan yarım saatlik ihtiyaç yerinde... Özlemiştim ya...Öyle çok özlemiştim ya...sigara içememek bile koymuyordu...Yola devam etsindi otobüs...hiç oyalanmasındı...Tam o sırada kaldırdım kafamı içimde ki boşluktan... İçinde binlerce renk barındıran ama sen yokken hep siyah atıp duran göğsümde ki et parçası yerinden çıkmak istercesine çırpınmaya başladı..Gözlerimi kapattım ve tekrar açtım...Ordaydın...Karşımda...O 1 saniye içinde tanımıştım seni...Ama nasıl olur dedim içimden...Ama nasıl olur...Aynı anda ellerim titremeye başladı...kulaklıkları çıkarttım...çantamı aldım ve merdivenlerden inip han görevi yapan yarım saatlik ihtiyaç yerine adım attım...bir sigara çıkarttım..yaktım..bir nefes duman çektim içime bolca serin havayla...gözlerimi tekrar kapattım ve açtım...tabi ki sen değildin..ama yıllar sonra bile içinde binlerce renk barındıran ama sen yokken hep siyah atıp duran göğsümde ki et parçasını ancak sen böyle çıldırtabilirdin... kokun buldu anında beni...delirtircesine yavaş yavaş dolaştı önce boynumda, kulağımın arkasını okşadı,yanağıma dokundu,dudaklarımı buldu ve nefesimle ciğerlerime doldu...titredim...sigaramı söndürdüm ve yenisini yaktım...ıslak,yapışkan ve serin bir hava vardı...kafamı çantama gömdüm biraz öyle kaldım...kulağımda sesin..vücudumda ellerin...saçlarıma yapışmış o hiçbir parfümle elde edilemeyecek kokun...kafamı kaldırdım,o kadar çok insan vardı ki etrafımda...masmavi iki çift göz bana bakıyordu...ona bakışlarımdan rahatsız olmuş belli ki o da bana bakmaya başlamıştı..Aynı anda ama tam aynı anda telefonlarımıza sarıldık...kendi kendime içimden gülümsedim..belki onunda tıpatıp bana benzeyen bir cenneti vardı..neden olmasın...bunun için varolmamış mıydı dünya..sürekli bizi şaşırtmak için...uyuyordun...gözlerimin önünde o uyku halin vardı...bembeyaz yumuşacık tenin...denizleri kıskandıracak gözlerin yavaşça açılmış,edebi metinler dersinde gördüğümüz kiraza benzetilen dudaklarını yavaşça aralamış..seni bekliyorum çabuk gel diyordun...uyu cennetim dedim uyu...camda sülietim...yorgun,mosmor,çökmüş gözler... yanım boş,ayaklarımı uzattım..kulağımda "kal duymayı bekledi git duymayı değilde sadece sevilmeyi istedi bu onun suçu değil de döküldü bu gece yağmur gözlerine eline yüzüne al ısıt elleri çok soğuk kapa göğsüne"" diyordu Cem Adrian...uyu dedim uyu cennetim...

10 Ağu 2009

atılır mıyız oyundan benzemezsek onlara..

Hayat
O kadar zor mu
Atilir miyiz oyundan, benzemezsek onlara
Bahane mi lazim
Mazeretimiz mi kalmamış
Çok ayıp olmuş 

Hayat
O kadar zor mu
Takılır mıyız yolunda, şekli gizli taşlara
Yetişmek mi lazım
Bahçemizde bir gül açmamiş
Çok ayıp olmuş 

Kiz en güzel, en hafif giysisini giymiş
Oğlan renkli bir dünya boyamış
Kapkara kapılar sormuşlar onlara
Ayıp olmaz mı
Bu işler o kadar kolay mı
Ayıp olmaz mı

7 Ağu 2009

içim acıyor...

hiç ama hiç yazasım yok...kalbim durmadan kanıyor...güven kırıkları batıyor her yerine ve kanatıyor..ne yaptım da böyle oldu diyorum..

aslında çokta bir şey umrumda değil..

aslında çokta düşünmemeye çalışıyorum ve hatta başarıyorum...

27 Tem 2009

turistim turistsin turist

şey ben biraz gezençi oldum...neredeyse 3 haftadır yokum..İlk önce omo reklamı vardı..orada çalıştım bir hafta epey zorlu geçti...daha sonra düğün vardı figen ablanın onun içün bandırmaya gittim...ay bi güzel olduk bi güzel olduk sorma...muhteşemdi..saçlarımı sürekli öyle yapmak istiyorum...daha sonra balıkesir'e geçtik..dedemlerde muhteşem bir hafta geçirdim bahçe balkon kitap üçlemesi içinde hem bedenimi hem ruhumu dinlendirdim...sonra annemler tutturdu bu yaz sıcağında kaplıcaya gidelim diye...ve biz kaplıcaya gittik 2 gün..ama gece saat 12'ye kadar havuzda olmak ve yıldızları seyretmek muhteşem bir şeeeyyyy rüya gibi...oradan teyzemlere geçtim ben..hepimiz pancar gibi yandığımız için kıpırdayamadık bile ilk gece...ertesi gün teyzem çisem ben(elf kıpkırmızı olduğu için gelemedi ayy ama çok kötü oldu yavruşum yaa) balıkesir sokaklarına çıktık..alışveriş yaptım accık..sevdiceğime tişörtler aldım filan pek beyenerek...sora bir telefon annemlerden..oğuz amcamlar gelmiş İngiltere'den gökçeada'ya çağırıyorlarmış diler amcamlar filan...sen de geliyorsun dediler..iyi madem dedim...ertesi gün geldiler ve gökçeadaya yola çıktık...gökçeada biraz doğallığını kaybetmiş en son 2oo2'de gitmiştim sanırım tek tük araba vardı azıcık insan vardı...şimdi resmen dolmuş taşıyor...Zaten diler amcamım kızı Gül sağolsun beynimi yedi...Bir insançocuğu sabah soru sorarak uyanır mı?24 saat neden sen dövme yaptırdın? yapılırken acıyor mu? kaşına neden piersing yaptırdın? çenene niye yaptırdın peki? onlar çıkmıyor mu? mıknatıslı yok mu? onlardan yaksaydın ya? dilinde de var mı? ayy çok acıdı mı? oyun oynayalım mı? neden? ama sen hep kitap okuyorsun başın ağrımıyor mu? aaaaaaaaaaa işte aynen böyle beynimi süngerleştirdi...ama sürat botunda gezmek mis gibi denize girmek yelken sörfü yapmak filan muhteşemdi....özlemişim çitten özlemişim bunları...daha sonra daha fazla katlanamayıp 3. gün İstanbul'a geldim zaten...sevdiceğümle birbirimizi nasıl özlemişiz..süper bir haftasonu geçirdik...çok ama çok güzeldi...ben biraz limon sıktım tabi biraz hasta olarak...ama bu kadar gezmeye o mide bulantıları baş ağrımaları biraz normal geliyor:) akşamda zardanadam konseri varmış oraya gideceğiz...bu cumartesi aşkımcımın doğum günü 1 sene daha geçti ne kadar çabuk ahhh ahhhhh....

zaman çabık geçiyor...

27 Haz 2009

kelime çağrışımları ve saçmalama silsilesi volume binbeşyüzalmışsekiz

uykum yok!

saatlerdir oturmuş kelime çağrışımları yaptırıyorum kendime..

benek...atlet...oyun..spor..saç..kırmızı...aşk...yok...sevgi..o...ben...bebek..

göbek...kas..pas..misafir...çok...anne...özlem..dudak...bükme...

minik...kuş...sivrisinek..

ısırık...

kırmızı...başlık..kurt..nine..çoban...sivrisine...mavi..deniz..

ela..hela..edebiyat..geçiniz..boyun..ağrı..para...işsiz...

terbiyesiz..kişilik...ucuz...yol...düğün...dernek...

dost..kazık...acil...servis..

ayyyyyyy yeterr işte saatlerdir böyleyim..

böyleyim..

böyle..

bö...

yazmak

yazmak

yazmak...

uzun..

sensizlik..

hayalin..

bensizlik..

zor..

sen ...

ben...

biz...

nerde..

hayat..

çare...

umut...

biz...

yorgun...

bitkin...

düş...

düşmek...

düşünce...

mor..

koyu...

ama...

sadece...

mor...

26 Haz 2009

öl Esther

geber Esther

daha da mahvol Esther

yok ol Esther

sus Esther

dinle Esther

yeter Esther

!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

üzgünüm çok ama çok üzgünüm...

ağlayamıyorum...
lavların altında kalmışım her yanım yanıyor eriyor bitiyor ama ben tek bir damla gözyaşı dökemiyorum..
beynimin içi öyle allak bullak ki doğru düzgün bir cümle kuramıyorum...
geri alsam zamanı...
çok ama çok geri alsam..
hani annemle babam hiç tanışmamış olsa..
ben olmasam ya da..
kendimi çok kötü hissediyorum..
alkol kanda yol aldıkça ben daha da dibe çöküyorum...
çökelti gibiyim..
sürekli diplerde yer almaya mahkum..
özledim..eski beni özledim..
mutlu umutlu hayalleri olan çabalayan gülen..
kendi dibe vuruşlarım yetmezmiş gibi onun vuruşlarıyla daha da mahvoluyorum..
çıldırıyorum..kendimi kaybediyorum..
ne istiyor benden? benden daha ne isteyebilir ki..
daha ne verebilirim ona...
daha ne verebilirim.............
kendim sevgim düşlerim özgürlüğüm bla bla blaaaaaaaaaaa
ne?
hangisi?
bir olmak aslında hiç olmak mı?
sürekli boynunda bir tasmayla nasıl yaşabilir insan?
hala aşka inanan budalalar mı sadece mutlu..
ya da ismi aşk olan acı çekme buhranında mı iyi hissediyorlar kendilerini...
anlamlandıramıyorum...
kapkaranlık her yerim...
her yerim gölge...
her yerim damla..
her yerim gazozlu şarap..
her yerim kırılmış kanat...
her yerim yaldız...
o kadar umarsız umutsuz solgun bitkin ve yorgunum ki...
yaşlanıyorum..
deliriyorum...
düşünemiyorum..
açım çok ama çok açım..sanki yıllardır yemek yemedim..
ağzımın tadı hiç yok..
üzgünüm...
çok ama çok üzgünüm...
çok sorum var ama hiç cevabım yok!

13 Haz 2009

hamuş

o kadar gergin o kadar agresifim ki...içimde büyüyen delicesine bir öfke var..her şeye karşı..neden nasıl niçin bilmiyorum...hepsi kendime...hep kendime...

deliriyorum sanırım... ne diyeceğimi de bilmiyorum... en iyisi susmak mı?

izmirdeyim ben...ilk önce balıkesirdeydim...ailemle...güzel bir 2 gün..sonra Elf ve Çis'le İzmir...

salı pazarı...çeşmealtı...urla..kemeraltı...

uyku uyku uyku..stres sinir gerginlik...

pöfürü...

sorma neden niçin her şey yalnızlıktan bak bak bak güzel bir gün ölmek için...yıllar yılllar önce bu evde sürekli bu şarkıyı dinlerdim...

oturup deli gibi ağlayasım var...

yarın gece 00:00'da dönüyorum İstanbul'a...

hayırlısı...

1 Haz 2009

terbiyesiz edepsiz


bana yar olmayan devr-i devranin, 
izzet-i ikramini sikeyim. 
yansin bu ibneler 
su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim, 
ben deli miyim? 
mecnun gibi bir am icin çöllere düseyim, 
verirse verir, vermezse leylayi da sikeyim.

Neyzen TEVFİK

30 May 2009

one more cup of coffee

uyandı...güçlükle nefes alıyordu yine..umursamadı..bir sigara yaktı ve mutfağa doğru yol aldı..su ısıtma cihazının düğmesine tıkladı..Ağzında sigarası bir fincan alıp iki kaşık kahve koydu..Üstüne ısınan suyu...Sigarasını muslukta ıslatıp çöpe attı...Koltuğuna oturdu..Kahvesinden bir yudum aldı ve bir sigara daha yaktı..Gözleri o kadar acıyordu ki...Dün gece o kadar ağlamamalıydı...Kendime acımalarımdan kurtulmalıyım diye düşündü..Bir nefes duman...bir nefes kahve...Kendini güçsüz acınası beceriksiz tembel umutsuz umarsız bıkkın bitkin hissiz hissediyordu...

YETER dedi...sadece Yeter....

ve sigarasıyla kahvesine devam etti...

Amaçsız saçma sapan bir gün daha başlıyordu..

29 May 2009

yazmam gerekiyor yazmam gerekiyor

hayatım boyunca bana senden adam olmaz dediler...Ve ben sonunda hala adam olamadım...Gerçi geçen en yakın dostuma dediim gibi...Adam olmak çalıştığın iş değildir insan olmaktır ve sen gayette insansın duygulu duyarlı...Ama sanırım ben fazlasıyla duygulu ve duyarlıyım..Neden böyle bir giriş yaptığımı gerçekten bilmiyorum...Aslında giriş yaptıktan sonra gelişme ve sonuç bölümünü nasıl yapacağımı da bilmiyorum...

Şu an gerçekten bilmiyorum insanıyım...Hiçbir şey bilmiyorum...Hiçbir şey hissetmiyorum..Öyle sabah yat öğlen kalk takıl otur izle modunda takılıyorum...Memnuniyetsiz değilim..Lakin  4 senedir sürekli koşturmaca içindeyim..Sürekli setlerde montajlarda sabahlamalar sürekli bir yayın paniği sürekli  sürekli sürekli...Birden böyle olunca...Kendimi hep sabah eve gelmiş ve off günümde gibi hissediyorum..Bu yüzden olabildiğince düşüncesiz geçiriyorum... kocamaaan bir hiiiiççç yapıyorum hep..

sanırım ben bu yazıyı toparlayamayacağım o yüzden en iyisi parmaklarımı klavyeden çekmek ve daha fazla harf katliamı yapmamak..

öperim kendimi ;)

25 May 2009

8760. günüm


bu dünyada ki 8760. günüm...

başka ne isteyebilirim ki hayattan...

ailem yanımda sevdiklerim yanımda...

mutlu ve huzurluyum...

her şey böyle devam etsin...

sevdiklerim mutlu olsun huzurlu olsun güzel olsun

üüüüüüüüüüüüüüüüffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff

(ve mumlar söner..)

22 May 2009

Antidepresan "Le fabuleux destin d'Amélie Poulain"


Dün gece saat 02:00 gibiydi..Uykum yoktu sevgilim işe gidecekti ve uyuyacaktı.Benimse film koyup izlerken uykuya dalmam gerekiyordu...Bir kitaplık dolusu DVD içinden ve bir bilgisayar dolusu film içinden hiçbirini seçemedim..Çünkü neredeyse hepsini izlemiştim izlemediklerimse büyük ihtimal gerilim,korku,şiddet içerikli filmlerdi. Ve o da ne ? Elime bir cd takıldı...

Le fabuleux destin d'Amélie Poulain....Ah evet evet kesinlikle tekrar izlemeliyim dedim...Ve koydum...Yann Tiersen'ın eşsiz müziği eşliğinde başladı film..Kopuk kopuk geçmişime döndüm.. Birlikte oynayabileceğim bir kardeş için dualar ettiğim...Sokakta ki çocuklarla oynayamadığım.. Babamı çok çok az gördüğüm...Annemin çocukluğuma damgasını vuran despotluğu..Hayal dünyalarım...Amelie gibi saçımı kestirdiğim..

2001 yapımı bu filmi hala oturup nasıl izleyebiliyoruz biz kızlar? (Erkekler de denenmiştir 3. seferden sonra ohaaaaa yine mi ? Yok artık bir kez daha katlanamam nidaları eşliğinde başka filmler seçilmiştir.)

Bir kere ben Fransa'ya gitmek istemeyen bir kız tanımadım...Her kızın kesinlikle bir Paris tutkusu var...Nedendir bilmiyorum...Fransa-Paris-Aşk üçlemesi içinde büyüyoruz biz biraz.. Edindiğimiz her sevgiliyle Paris'e gitme hayalleri...Fransızca öğrenme çabaları...Hayaller hayaller hayalleeeerr...Film ilk önce biz kızları bu noktada vuruyor sanırım...

""Detay Manyakları"" biz kadınlar...

evet biz insankızları deliler gibi detaycıyızdır...Her detaya anlamlar yükler göremeyenlere(ki insanoğludur bu hep) çıldırır detaylarla bir bütün oluştururuz.. Bu filmin bizi sıkmamasının her seferinde tekrar sıkılmadan izleyebilmemizin tek bir nedeni var..Detaylar...Amelie gizli ayrıntılarda yaşayan,ayrıntıları yaşatan bir kız..Bizim gibi...Sanki biz..Abuk ve sabuk..Şuan acaba kaç çift orgazm oluyoru merak eden,elini mercimek torbasına sokup rahatlayan,kendini unutup başkalarına iyilikler eden,film izlerken camda gezen sineği görebilen,kirazdan küpe yapan,çilekleri on parmağına takıp yiyen hiç büyüyememiş ve sanırım büyümeyecek biri Amelie...daha önce de dediğim gibi aynı biz....

Sürekli şikayet eden,hiç memnun olmayan,bir şeyleri elde etmek için deliler gibi çalışan, kendi olamadığı için sürekli ağıtlar yakan,elleri hep boş dönen,çalışan çalışan çalışan,kendine vakit ayıramayan,istediklerini yapamayan,depresyona girip çıkan girip çıkan,aşkı yakalayamayan, yakaladığını sandığında hep bir bokluk olan,mutlu olduğunda hep bir huzursuzluk çıkacakmış gibi hisseden,modern dünya içinde boğulmuş bizler için bu film bir antidepresan...İzlediğimiz her seferde...içimiz de kelebekler kıpırdıyor..Pembe dünyalarımızın kapıları açılıyor..Daha mutlu,daha huzurlu,daha bir kendimiz oluyoruz...

Jean Pierre Jeunet...İkinci yönetmenimdir kendileri listemde...Amelie benim der kendileri...Film Jeunet'in yıllarca aldığı notlardan,gördüğü hikayelerden oluşmuştur..Ki bu da filmin bu kadar içimize işlemesi için bir sebep oluşturuyor..Jeunet, benim gözümde gözünü kullanabilen çevresinde ki tüm detayları yakalayabilen ve bunu çarpıcı bir biçimde ekrana yansıtabilen karşısında secdeye yatmak istediğim bir Fransız yönetmen...(burda sözü kısa keseceğim çünkü az sonra kurguya,ışığa,renklere,görüntü yönetmenine,oyunculara da sarabilirim..kendimi üniversite günlerimde çözümleme yapıyor gibi hissettim..)

Gelelim Yann Tiersen...Muhteşem müzikler...Her sahneye damgasını vuran eşşiz melodiler.. Kaçımız yalnız kaldığımız bir günde kendini pembe bir dünyanın içine sokmak için Amelie'nin sountrackini koyup kendinden geçmiyor?Büyülü bir dünya yaratıyor sanki Tiersen notalarıyla içinden çıkmak istemediğimiz..Uçuyor gibi...o kadar bambaşka ki..O kadar büyülü ki..Yann Tiersen'ı hayatımıza soktuğu için bile Amelie'ye teşekkür edebiliriz bence...(şahsen ben filmden önce hiç dinlememiştim...)

sözün kısası... dün gece ""Le fabuleux destin d'Amélie Poulain""" izledim...

Rüya gördüm..

Alt komşumun anahtarını alıp ona küçük tuzaklar hazırlıyordum çevresine iyi davransın diye..Birbirlerinin dikkatini bile çekmeyen iki insanı birbirine aşık ediyordum..Dışarı çıkamayan yaşlı bir amcaya hayatımı yaşayacağımı fısıldıyordum..Kendi oyunlarımın içinde aşık olduğum adama yanağımı gösteriyordum öpsün diye..Kulaklarımda kirazdan küpeler vardı..Fonda ""comptine d’un autre été l’après midi"" çalıyordu...Annemi özlemiştim..Hala bir kardeşim yoktu..Hayatımı eskitilmiş bir mektup kağıdına yazıyordum yıllar sonra birileri okusun diye..Deniz kokusu vardı...Bulutlar tek boynuzlu at şeklindeydi..Elimde bir fotoğraf makinesi vardı..Ve ben daldan dala atlıyordum...

18 May 2009

ne güzel İstanbul

midem yanıyor...yine bir balkon...hava sıcak..rüzgar fazla..

yazmak için yazıyorum sadece...

nedense...

15 May 2009

sanırım ben hiç büyümedim

Şimdi ben şurda oturmuş geçmişin içinde debeleniyorum ya ve farkediyorum ya hiç büyümediğimi...iyi bir şey mi yapıyorum kötü bir şey mi bilmiyorum...Yıllar geçiyor ama ben hep çocuk kalıyorum bu evde...

Yıllar geçiyor ve ben küçüldükçe küçülüyorum bu evde...Hala ayağımda kırmızı rugan pabuçlarım,hala üstümde çiçekli eteğim ve üstüm,Hala saçlarım amerikan traşı ve kuyruğum var..Hala parlıyor gözlerim..Hala safım ben..Hala herkese güvenen inanan...Her şeyi istediği zaman değiştirebileceğini sanan...Hala ailesine büyük adam olacağını ispatlamaya çalışan ve hala deliler gibi önemsenen...

Gözlerimde yaşlar birikti... Ben gerçekten ama gerçekten çok güçlü biriyim...Kendimi soktuğum her bataklığın içinden kendim kendimi çıkarttım...Yardımsız..Tek başıma...

Çok yordular beni..çok üzdüler..hep gittiler..bıraktılar..bittiler...

aslında uzun uzun yazmak istiyorum...Ama sonra ne gerek var diyorum...Yazacağımda ne olacak..Kalp kanatmaktan başka elime ne geçicek...

Hayatım da belki de ilk kez kendimim...Belki de ilk kez cesurum..belki de ilk kez güçlüyüm...

Selam olsun geçmişim..Ne olursa olsun güzelmiş her şey...Yaşanmış ve bitmiş...Tıpkı hayat gibi.. Tıpkı doğmak ve ölmek gibi...

12 May 2009

izmir'in dağlarında çiçekler açar

sakin huzurlu mutlu... biraz eksik..biraz hüzünlü...

İzmir...büyüdüğüm...her sancımı yaşayan güzel memleketim..

balkondayım şuan da...mis gibi orman kokuyor...ailemin şefkatlı kolları arasındayım...hiç değişmeyen hep kucaklayan ailem..

ne zor günler yaşadık biz benim sayemde..ne günler atlattık..ama hepsini aştık...büyüdüm..ailemin hep arkamda olduğunu öğrendim...

neyse...

hüzün yapmayalım...bu şehir bana yeterince hüzün hatırlatıyor...her sokağında her köşesinde geçmişim saklı...

seviyorum seni İzmir...en kısa süre de geleceğiz... müstakbel eşimle...geleceğiz ve yerleşeceğiz...tüm sevgimizle...tüm hayallerimizle..

şimdilik bu kadar...

8 May 2009

rulokat

balkonumdayım..Karşımda 4 cami..Eminönü..Avrupa Yakası...Haydarpaşa...Rıhtım...Martılar..Kadıköy-Eminönü-Kadıköy-Beşiktaş seferini yapan vapurlar...Mor fincanımda kahvem...Dolu bir kafam...Az önce tepemde 2 martı kavga etti..Şövalemi balkona çıkartıp resim yapmak istiyorum..Akşam'da otobüse binip İzmir'e gitmek..Tonla iş başvurusu yaptım...Ama hiç çalışma isteğim yok..Garip....Hiçbir şey yapma isteği yok içimde..Yatıp saatlerce tavana bakabilecek kapasitedeyim..OOOffffffffff hiçbir şey bilmiyorum...İçim mi sıkılıyor..Yoksa bir uğraşım yokta ondan mı böyleyim..Bilmiyorum...

Ailemi çok özledim...Tek bildiğim bu..Ve onlarla olmak istiyorum sadece...

İzmir'den yazarım...

5 May 2009

kutsal bir şey

"bu hayat benim ister altında kalırım ister üstüne çıkarım diye düşünüyorum ki sanırım doğruyum"

biraz önce çok sevdiğim bir arkadaşıma msn'de böyle yazdım... ne kadar bok olsa da hayat;hep süprizlerle dolu ve kutsal bir şey..kıymet bilmeli!

evde olmak ya da olmamak

yatmak ya da yatmamak işte bütün mesele bu :)

evimde olmak öyle güzel ki...dünyanın en huzurlu en sakin en rahat kişisi şu an benim...yetiştirilmesi gereken reklam filmleri yok ordan oraya koşuşturma yok dedikodu yok kafamın içine giren saçma sapan konuşmalar yok :)shake,shake senora eşliğinde kahvemi yudumlarken yazmanın keyfi sonsuzmuş :D:Dbekleyen bulaşıkları ,düzeltilecek kıyafet dolaplarını saymazsak tabi ki :D:D:D

yarın Ntv'den biriyle telefonda konuşacağım...Umarım olumlu geçer..Çok fazla istemiyorum ama güzel olabilir..Fazla hayale kapılmamak en iyisi..

4 tane sigaram kaldı...Bulaşıkları yıkamalı çıkıp sigara almalı biraz kendime bakım yapmalıyım sanırım...Ama üşeniyorum..Keşke bugünü üşengeçlik günü ilan edebilseydik..

kikikiikikikiiki  arrivederciiiiiiiiiii

yaklaşık 2 saat sonra...

mutfakta geçen bir gün kadar mutluluk verici bir şey olamaz..bulaşıkları yıkadım mikrodalganın içi bok gibiymiş onu temizledim dolapları düzelttim mi ki yok düzeltmedim :Pp ocağı ovdum..ellerim bumburuşuk oldu..Tıpkı saatlerce küvette kalmış gibi...

"annnnee dahaaa çıkaamaaamm ellerrriiim buruşmadııı bileeee"..

hiç büyümesek ne güzel olurdu insanlar elele tutuşur hayat bayram olurdu :)

1 May 2009

free as a bird

bir the beatles parçası mıydı?
şu an sadece benim...
kuşlar kadar özgür...
çünkü işinden ayrıldı..evet işimden ayrıldım..
daha fazla kendimden fedakarlık yapamadım...daha fazla güvensiz pısırık olamazdım...
aniden birden bire olacağını biliyordum...
Sesçiler ve ben...aynı anda...
içim o kadar acıyor ki...Bu kadar sene çalıştıktan sonra hakedileni alamadığımız için..
Hiçbir şey değişmediği için...Ağlayamıyorum bile..
Şimdi ben ne yapıcam? sorusunu sormadan...hissiz,duygusuz...ama rahat mı rahat olarak devam ediyorum nefes almaya...
başka bir zaman daha uzun yazarım ama şimdi gitmem gerek...İçeriye...yemekteyiz izlemeye...
Çünkü bıkkın moralman yıkılmış bir surat istemiyorum bu evde..
Çünkü hala neler olup bittiğinin ben bile farkında değillim..
Sadece...
kuşlar kadar özgürüm...

29 Nis 2009

iş iş iş

yine işlerin içinde canım koşarak koşarak koşarak...
iki haftadır dur durak demeden çalışıyoruz gece gündüz canımız çıkarak..Karşılığını görmediğimiz için de hepimiz şikayetçiyiz..
Aslında yazacak bir çok şey var her zaman ki gibi..Sistem köleliğinden çıkıp bu hayattan sıkıldığıma kadar gelebilirim ama lafı uzatmanın ne alemi var hem de beş dakika içinde sete yetişmek için evden çıkmam gerekirken...
Her daim bir vukuat her daim bir tartışma olabiliyor şirkette..Seti bu yüzden seviyorum sadece işimi yapıyorum her şeye kulaklarım kapalı...Kimseyi incitmeden istediklerimi yaptırıyorum...

böyle vefasız ve saçma sapan bir yerde çalışmakta benim içimi karartıyor...
-
Bu gün annemin doğum günü...
iyi ki doğmuş ve iyi ki benim annem olmuş..Çok seviyorum onu..

23 Nis 2009

çürük

üşeniyorum..
yazmaya..

öyleyse..
yarın..
--
ne duruyorsun at kendini denize..

15 Nis 2009

anne ben büyüyünce yönetmen olcaam


ben çocukluğum boyunca bu amacı taşımış bir insan değilim ilk olarak bunu söylemem gerekiyor..
Ben hep büyüyünce ne olacaksın sorusuna "tiyatro sanatçısı oluuucaaam" cevabını verdim..
Ama hayat beni öyle yerlere sürükledi ki tiyatro tutkumdan vazgeçtim..Nasıl vazgeçtiğimi anlatmam çok zor aslında..Bir dizi olay ve korkup kaçma diyelim biz buna.. Sahne tutması da diyebiliriz.. Ama içimde bir yerlerde bastırılmış tiyatro sevdası olduğunu söyleyebilirim...
Neyse...Yıllar geçti ve ben üniversite sınavına tekrar tekrar girmenin vermiş olduğu yıkıntıyla radyo televizyon yazdım ve kazandım..Bunda Okan Bayülgen'in payı çok büyük..Çünkü televizyoncu olursam Kanald'ye girip Okan Bayülgen'le çalışabilirdim.. Belki daha sonra kendimi geliştirip bir sinema filminde çalışırdım...Ama hiçbir zaman "yönetmen" olucam ben demedim.
Okuldayken bile montaj en büyük tutkumdu..Nedense yönetmenden daha büyük saygım vardır onlara...Bütün yük üzerlerinde olmayan planlardan plan çıkartma çabaları filan..Herneyse...
Okul bitti ben Kanald'ye şans eseri girdim...
Bebek kızın hayalleri bir nevi gerçek oldu... ve tiyatro yıkıntısının altından kendini yavaşça çıkartmaya başladı..
Gecemi gündüzüme kattım çok ama çok çalıştım..Üç kuruş paraya sabahladım arkadaşlarımı ihmal ettim sevgilimle görüşemedim...Kendimi yıprattım...İnsanlara güvenim azaldı..İstanbul beni çok ama çok yordu...
Yönetmen asistanlığı yaparak geçen 2 yılın ardından...Geçen hafta ve dün iki reklam filmi çektim...
Yönetmen olarak..
Basit promosyon reklamları da olsa o kadar güzel bir duygu ki bu...
Ekibin seni benimsemiş olması...Yıllarını bu işe vermiş insanların arasında; senin junior'lığını bilenlerin arasında aslında...benimsenmiş olmak..Seni sevdiklerini hissetmek..Olmayacak dediğin anlarda halledeceğiz demeleri..Ve bütün her şey bittikten sonra emeğinize elinize sağlık dedikten sonra asıl sizin elinize sağlık yönetmenim demeleri...Paha biçilemez bir şeymiş..
ve montaja girmeden daha o filmin bitmiş halini gözünüzde görmeniz...
ahhh ahh anlatamam...
Bir şey yaratmayı çok seviyorum..Ne kadar basit kolay amaan bu mu denilse de(hatta ben bile desem de:) ...
demem o ki... İçimde tarifi imkansız bir kıpırdanma var...
Evet diyorum bütün çekilen acılar kutsal...Sana sonrasında gelen mutluluğun kıymetini bilmen için bir hatırlatma..
Çok çalıştım çok yıprandım çok üzüldüm çok ağladım çok acı çektim çok parasız kaldım..
Ki hala parasızım ama olsun...Olsun...
değermiş...
belki daha sonra çok ama çok sonra daha çok değecek...
bana katlanan ve bana değer veren..bütün bu yorgunluğuma bütün bu ağlamalarıma benimle katlanan herkese çok ama çok teşekkür ediyorum..Sizi çok seviyorum..
sağolun varolun beni sizler yarattınız ;) kikikikiikikiki

(şuan bunları anahtarım olmadığı için evde mahsur kalıp işe gidemediğim için yazıyorum...bir saat sonra işe gideceğim..
ve beni bekleyen yığınla iş var :( belirtmek istedim sadece)

6 Nis 2009

dibini gör hayallerinin


Herkes bana bu aralar ne istediğimi soruyor..
Çünkü gittikçe gerçekten çekilmez bir yaratık olmaya başladım..
Sürekli şikayet eden,durup dururken ağlamaya başlayan,gidicem ben köyüme dönücem diye söylenip duran bir tip düşünün..Ve biraz da cadılık şirretlik katın hah işte tam o benim..
Evet uzun süren düşünmeler sonucu ne istediğimi buldum...
Yanda gördüğünüz gibi bir yer düşleyin..
Burası Ibiza ... Hayallerimin gerçekliğe bürüneceği yer..
İşte tam bu koy da..Bir ev düşünün ahşap böyle bastıkça bazen gıcırdayan mis gibi çilek kokan..Büsbüyük bir verandası olduğunu düşünün...Hani şu Red-kit'in uğradığı kasabalarda ki ahşap evlerin hemen üstünde olan koltuk moltuk olan hah işte onlardan...Sallanan sandalyem orda minik bir sehpa üstünde kitaplar olan...Penceresinde radyosu asılı(evet tamam demode olabilir o yüzden hemen yanında bir de ıpod olsun) rüzgarın tatlı tatlı esip yüzümü yaladığı...
Hiçbir şey yapmadan oturabildiğin bir ev düşünün...
İşte böyle bir ev istiyorum sadece(?!!?!?!)Çok büyük olmayan ama çokta küçük olmayan...
Sürekli yaşamak sıkabilir bu yüzden arada sırada dünyadan sıkılıp kendi dünyamda kaybolmak istediğimde gidebileceğim bir yer olsun...
bence yeterli..
bahçesinde çocuklarım oynasın...Kendime buz dolu tekila-çilek karışımlı kokteyller yapabildiğim..
Sevgilimin elinde bi kova dolusu balıkla eve dönebildiği...
Tıpkı o brezilya dizilerinden fırlatılmış gülüşlerle ortalıkta dolaştığımız..Benim bahçıvanla kırıştırdığım sevgilimin hizmetçiyi sıkıştırdığı bölümleri çıkartarak tabi ki ;)
yaklaşık 1o dk'dır yani bu blogu yazarken sürekli güldüğümü farkettim..demek ki bugünlük gülme hakkımı bitirdim :)

günah çıkartma mı ?

uzun zamandır yazmadığımı farkettim ve hemen gaza geldim..
aslında beni tanıyanlar öyle hemen gaza gelmeyeceğimi bilirler..
ince eler sık düşünürüm..Mesela biri bir yere gidelim dese herkes evet dese ben hayır derim..Çünkü çok zor gelir..Yani tembelim...olay aslında ince eleyip sık dokumak değil tembel olmak..
Şöyle bir dönüp baktığımda anlamsızca geçen hayatımda farkediyorum ki en önemli özelliğim bu olmuş..."Tembellik"...
Şimdi kalkıp saçımı boyasam uzamaya başlayan kaşlarıma şekil versem...Elimden düşmek bilmeyen sigarayı söndürsem..azıcık etrafı toparlasam..Belki de her şey çok daha farklı gözükecek gözlerime..Fakat bunun yerine..Hafif soğumaya başlamış kahvemden bir yudum alıp winampa bir kaç parça koyup devam ediyorum kaldığım yerden yazmaya...Niye?
Çünkü keyif verici..Çünkü bütün hafta çalışıp bir pazartesi günü evde keyif yaparken yazmanın keyfi bir başka..
Tüm gün tembellik yapıp..birikmiş bulaşıkları yıkamamak kendine bakmamak pijamalarla laptop kucakta film izlemek internette sörf yapmak iki üç geyik yapmak muhteşem..
Ama...
Akşam eve gelecek ev arkadaşlarımın söylenmelerini düşününce bu keyif bozuluyor birazcıkta olsa..
Sanırım yazma yetimi gittikçe kaybediyorum...Farkındalık hissi satın almalıyım derhal..
Öyle bakıyorum ekrana yaklaşık 6 dakikadır...
Çok ilginç bir hayatım yok uzun zamandır..Bu ilginç olmayan hayatımı ilginç hale getirecek kelimeler de saklandılar sanırım uzun süredir ortaya çıkamıyor onlarda...
Aslında bir reklamcının hayatı çok enteresan olaylar içermelidir..Setlerde türlü olaylar gelmeli insanın başına hele hele montaj esnasında...Ama sanırım bu tuhaflıklar hiç beni bulmuyor..
Tek yaptığım söylenmek bu konuda da..
Aniden melankolik bir hale bürünebilir,bu yazının gidişatını çok pis noktalayabilirim aslında..
ama sanırım artık büyüdüm...kan gözyaşı melankoli bir gülümseme yaratıyor yüzümde ergenliğe has...
zardan adam dinliyorum...
15 yaşındaki 'asi'(ah bu ayrı ve çook uzun bir konu) zamanlarımda gibi hissediyorum kendimi...10 yıl sonra da dinlenebiliyormuş aynı keyfi verdirerek..

kikiikikikii
hava bu aralar gerçekten saçmalıyor..güneşliyken birden kararabiliyor..pek tuhaf..
sanırım küresel ısınma dedikleri şey gerçekten dünyanın sonunu getirecek..
ben gençken hep kendi evim olunca şöyle yapıcam böyle yapıcam derdim...Hele şuan ki ev arkadaşım olan ruhumcumla ne hayaller kurardık..Minderlerimize oturacak deniz manzarasını seyrederken kahvelerimizi yudumlayacak dedikodu yapıcaktık..
Şimdi evimiz minderlerimiz deniz manzaramız bol bol kahvemiz ve dedikodumuz var ama beraber oturup bunları yapmaya vaktimiz yok...Ne kadar enteresan..Beraber geçirdiğimiz çok az zamanda da şikayetler söylenmeler ve saçmalıklarla geçiyor..
ama sanırım yine buna sebep olan benim..Taaa en başta dediğim gibi "tembelliğim" buna sebep oluyor..
çıkalım sahilde bir tur atalım diyorlar...Ki İstanbul'un belki de en merkezi yerlerinden biri olan Kadıköy rıhtım'da oturmak bu sahilde tur atma olayını çok sıradan kılıyor..Ama ben dışarı çıkmak yerine haftaboyunca eve giremediğim sürekli koşturup durduğum için evimden çıkmak istemiyorum...
oooff bildiğin kişisel iletiler gibi oldu bunlar..
Günah çıkartma ;)
sanırım yazdıkça gaza geliyorum saçlarımı boyayıp akşam hadi bir yerlere gidelim seviyesine ulaşmama çok az kaldı hahaha ama bunları yazarken bile pöööf dedim..
daha fazla uzatmiicam..
eskiden sevdiğim çoğu şeyi yapmaya vakit bulamıyorum...vakit bulunca da yapmıyorum sanki zorlamaymış gibi geliyor..
saçmalıyorum biliyorum ama ben sanırım beni kaybettim...önce onu bulmam gerek..

2 Mar 2009

WISH YOU WERE HERE ....bana özel....

uzun uykularım yok artık hayattan çalıp mordan bir duvar ördüğüm...
uyur uyanık halde geçiş yaptım yaşama..
geziniyor ellerim harflerin üstünde saatlerdir..
o kadar uzun ve uyumsuz ki kelimelerim anlam içeren cümleler çıkartmak gün geçtikçe zorlanıyor..
ben sen o biz siz onlar..
herkesten bir parça...
her şeyden bir parça..
fonda radiohead...batarya zayıf diyen bir telefon..ısınmayan bir ev..dibine gelinmiş bir fincan kahve..izmarit dolu bir küllük..
saçı başı dağılmış yorgun zayıf umutsuz bir ben..
yazmak ve silmek... 
hep yaptığımız bu değil mi zaten...
hep yeni bir sayfa.. hep hatalar.. hep silmeler..
düşlerimi kaldırdığım tavan arasında sanki gözlerim.. o kadar uzak ki her şey...
ben mi değişiyorum onlar mı bilmiyorum..
zaman hızlıca akıp gidiyor...ellerimde üç beş kum tanesi sımsıkı tutmuşum..
gülüyorum..neye güldüğümü bilmeden ben bile gülüyorum..
ne yazdığıma bakmadan geziniyor ellerim klavye üstünde sadece..
gözlerimi kapatıyorum..
beyin tehlikeli bir şey...
yaşlandıkça anlıyorsun... ya daha çok kullanıp deliriyorsun.. ya da süngerleştiriyorsun..
sanki iki hap çakmış gibiyim... ruhum bedenimden çıkıp geri geliyor.. her yer illüstrasyon..
o kadar tuhaf ve komik ki..
bir yudum kahve.... kafeinin kendine getirme özelliğini kaybedecek kadar bağımlıyım...

"Everyone
Everyone around here
Everyone is so near
What's going on?
What's going on?

Everyone
Everyone is so near
Everyone has got the fear
It's holding on
It's holding on"

evet... ne diyordum...
hiçbir şey sanırım..

farkediyorum artık edebi anlamlar içeren bol sıfat tamlamaları içeren etkileyici cümleler kuramıyorum...
sade.. sapsade..

bir sigara daha.. insan anlatamadığı dertlerine sigarasına anlatıyor..
ne derdim var ki?

radiohead "optimistic" sanırım bugün tüm benliklerimiz radiohead'te bağlı..

çoklu kişilik sendromundan çıkmış ilaca bağımlı bünyem saçmalıkların daniskasını yazmaya çalışıyor şuan...
7 adet kendi kendine konuşmalarının zırvalarının bulunduğu defterleri yakmanın sevinciyle...
geçmişin acısından kurtulmanın şerefiyle...

"You can try the best you can
If you try the best you can
The best you can is good enough"

göt gibiyim.. akşamdan kalma anason tadı ağzımda sanki.. soğuk sert acı kahveden bir yudum daha.. dumanla karışık...
duman iyidir..

bekliyorum... gelemeyecek her şeyi bekliyorum.. özlemlerde bünyem..

parçayı çevir... idioteque ... iyidir güzeldir candır kısaca..

tek suçun sahip olduğun okyanus.. her gün çıkan fırtına gibi.. sevdan ... ölümüne .. gözü kara bir aptalın merminin önüne atlaması gibi..
tüketiyorum seni.. bütün ruhunu eminiyorum... bütün enerjini.. bütün benliğini... belki bütün yaşam enerjini..
hayır diyorsun.. ben seninle yaşıyorum... ama konumuz sen değilsin bugün üzgünüm..

bu hayat hangimize göre ??? 
bana göre değil.. ben bu sıkıntıları bu saçmalıkları yaşamaya göre bir insan değilim..
sabah uyanıp gidecek akşam gelecek aybaşında maaşını alacak gereksinimlerini karşılayıp sonra yarabbi şükür diyecek bir insan değilim..
ne garip.. siktir git diyor içimdekiler.. hepsi aynı ağızdan ... bir siktirip gider misin?

iğrenç sesimle bağıra bağıra katılıyorum tom yorke'a

"Here I'm allowed
Everything all of the time 
Here I'm allowed
Everything all of the time 
Ice age coming 
Ice age coming
Let me hear both sides 
Let me hear both sides 
Let me hear both 
Ice age coming
Ice age coming 
Throw them in the fire 
Throw them in the fire 
Throw them in the 
We're not scare mongering 
This is really happening 
Happening 
We're not scare mongering 
This is really happening 
Happening 
Mobiles quirking 
Mobiles chirping 
Take the money and run 
Take the money and run 
Take the money"

bu adam iki ayrı kutuba nasıl bakabiliyor... çocuk düşlerim mor bir kağıda yazdıklarım dün gibi gözümün önünde

""şehvetle çaldığı gitarının doğradığı parmaklarına yara bandı yapıştırmak istiyorum..Pembe gömleği yırtık pantolonu yeşil conversleriyle orda öylece dursun 
ve ben aşkla parmaklarına yara bandı yapıştırayım.."

dönemez miyiz o günlere ?

"Sen önceden buradayken, gözlerinin içine bakamazdım. 
Bir melek gibisin, tenin beni ağlatıyor 
Güzel bir dünyada, bir tüy gibi süzülüyorsun 
Keşke özel olsaydım, sen inanılmaz özelsin. 
Ama ben bir sürüngenim, ben bir ucubeyim 
Ben burada ne bok yiyorum? 
Ben buraya ait değilim. 
Acıtmasını umursamıyorum 
Ben kontrole sahip olmak istiyorum. 
Mükemmel bir beden istiyorum 
Mükemmel bir ruh istiyorum. 
Ben ortalarda yokken farketmeni istiyorum 
Sen inanılmaz özelsin, keşke özel olsaydım. 
Ama ben bir sürüngenim, ben bir ucubeyim 
Ben burada ne bok yiyorum? 
Ben buraya ait değilim. 
O kapıdan dışarı koşuyor 
Koşuyor, koş, koş, koş, koş, koş. 
Seni her ne mutlu ederse 
Her ne istiyorsan" diyor o lanet olasıca sesiyle tıpkı 15 yıl önce olduğu gibi tom yorke

kahretsin... gözlerim akmaya başladı... lanet gözlerim akmaya başladı..

seni kaybettiğimden beri kahrolası benliğim kavruluyor boşlukta..
hayatta beni en çok acıtan şeyin bu olduğunu bilmek o kadar zavallıca ki..
çanlar kimin için çalıyor yavrum... benim için hiçbir zaman çalmayacak sanırım..
ne zaman bıkıcak bu kahrolası varlığım düşmekten... ne zaman özüne dönüp kendi olacak? ne zaman rol yapmaktan sıkılıp kendi olacak!!!
ne zaman? hangi lanet zaman...
toz pembe hayallerde kavrulup yanmak için çok yaşlandık dostum..sen hala saçma sapan 17'nde kaldın... o bebek yüzünle...

lanet mart geliyor... çamurun içinde yüzdüğümüz.. marttan nefret ediyorum.. marttan ölesiye nefret ediyorum...
bileklerimde ki kanlar kurumadan geliyor ve yapışıyor yüzüme tüm iğrençliğiyle...
neden hep kahrolmak için ruhunu rahatsız ediyorum...
neden? neden? neden? lanet marttan nefret ediyorum...
neden çocuk hayallerini yokluğunu boşluğunu lanet sevgililerini lanet diplomalarını lanet iş hayatını lanet evini lanet hayatının lanet bütün sorumluluklarını
bana bırakıp gittin kahrolası... gittiğinde 15 yaşındaydım 15!... bütün hayatımı senin yüzünden lanet intihar saplantılarıyla... bembeyaz ilaç kokan 
lanet koridorlarda geçirmek zorunda kaldım.. senin yüzünden ben ben olamadım kahrolası!!!!!
bütün geçmişimi yokların üzerine kurdum...bütün geçmişimi olmayan insanlarla geçirdim...
mart gelmesin ne olur mart gelmesin..
ne olurdu?.... yaşasaydın ... gitmeseydin .. hala boktan sefil acınası bir benliğim mi olurdu? 
bütün hayatımın kahrolası hatalarını senin üstüne atıp köşeye geçip zevk mi alıyorum...

yıllar sonra gözümde büyüttüğüm adeta taptığım senin aslında bir korkak olduğunu anlamak nasıl bir hayalkırıklığı biliyor musun...

keşke burda olsaydın.. 10 sene oldu ve ben lanet olsun hala bu cümleyi söylüyorum... LANET OLSUN...

cehennemden cenneti, acılar içinden mavi gökyüzünü anlatabileceğini mi 
düşünüyorsun? 
soğuk çelik raylardan yeşil çayırları anlatabilir misin? 
bir maskeden gülümsemeyi? 
anlatabileceğini düşünüyor musun 
ve sana kahramanlarınla hayaletleri takas ettirdiler mi? 
ağaçlarla sıcak külleri? 
Sıcak hava ile soğuk bir esintiyi? 
bozuk para olarak soğuk komfor verdiler mi? 
ve kafesteki başrol için savaştaki sıradan rolü değiştin mi?
burda olmanı ne çok isterdim 
biz sadece balık kabında yüzen iki kayıp ruhuz, yıllar boyunca 
hep aynı yüzeyde koşan 
ne buldun? aynı eski korkuları mı? 
keşke burda olsaydın

bir daha yazamam ki... bir daha asla yazamam ki ... wish you were here .....

26 Şub 2009

Sartre der ki Akıl Çağı'nda

bütün özgürlüğü üstüne çullanmıştı yine... özgürdü, her şeyde özgürdü, hayvan ya da makine olmakta özgürdü, 'olur' ya da 'olmaz' demekte özgürdü, mırın kırın etmekte özgürdü... yalnızdı, korkunç bir sessizligin ortasinda, özgür ve yalnız, yardımsız ve mazeretsiz, bir daha dönememecesine karar vermeye mahkum, her zaman için özgür kalmaya mahkum...

23 Şub 2009

iç dökmesi / Peter Pan mıı olucan sen başımıza?

şimdi şurda oturmuş karın yağışını izliyorum...
iki sigara ve bir kahve içtim aç karnına..hiç yiyesim yok..Hafif bir bulantı kaplıyor içimi..Ellerim üşüyor eldivenlerim elimde...
Uzamaya başlayan saçlarımı kapatmışım..
İş manyağı iş arkadaşım sürekli işten bahsediyor..Üçüncü defa click'i izlemenin etkisiyle..Bırak bunları hayatına bak ev bul kendi işlerine bak azcık ve Click'i mutlaka izle dedim..Umutsuz vakayım ben bakışıyla baktı..Sustum...
İşten ayrılmayı düşünüyorum..Sonucunu düşünmeden ne olacağına bakmadan..Yaşamımı devam ettirebilir miyim diye sormadan...
İnsan mutsuz olduğu yerde kalmamalı..Neden burada mutsuzum onu bile bilmiyorum...Başka yere gittiğim de daha da mutsuz olur muyum diye sormuyorum bile..Biliyorum çünkü böyle olacak..
iç güveysinden hallice diyip neden kabullenemiyorum ki ben olan biteni...
5 gün dinlenme sürecinde her telefon çaldığında mide bulantılarımın artmasından burada olmak istemediğimin gerçekten farkına vardım...
İyi mi kötü mü bilmiyorum...
umutsuz vakayım sanırım...
Kendimi hiç büyümemiş hissediyorum..Ufak minik hala ilgiye şefkate muhtaç...
Ailemi çok özledim..Kendimi çok özledim..
Sürekli bir maskeyle dolaşmaktan bıktım...
Şimdi Tamer abi'nin nasılsın tatlı cadı gülücük prensesi demesi sadece maskeme bir övgü...
Offf saçmalıyorum işte...
Hepimiz kendimize kurduğumuz yapmacık hayatlarımızdan memnunsusuz!!! Mutsuzuz..Huzursuzuz...
Evet çalışıyoruz...
Hayatı devam ettirebilmek için..Kirayı faturaları ödeyebilmek için..Aç kalmamak için..Boş vakitlerimizde eğlenebilme, okumak,izlemek için..Çalışıyoruz..Ama kirayı faturaları ödeyip aç kalmadığımız için diğer hiçbir şeye nakitimiz kalmıyor...
Hem mutsuzuz hem huzursuz hem köpekler gibi çalışıyoruz..Ama kazandığımız yetmiyor hiçbir şeye...
İşte dünya bu kadar yalın...
Sözün özü... Kapansak hepimiz hu çekmeye başlasak...Üçten fazla çocuk doğursak..Tarikatlara katılsak...Hayatımız kurtulur mu?
Bize one minute derler mi? Yok demezler...
hayırlı bir hafta diliyorum...Pazartesi sendromundan çabık çıkmak dileğiyle..

6 Şub 2009

sinir bölüm 2 ve son

ve öncelikle insan insan olmalı tabi ki...
yalaka ikiyüzlü ayrıca da yalancı ve ayrıca da problemli bir kişiysen bu insan olma mevzusu çok ama çok önemli..
lakin kişi insan olmayı başaramıyorsa işte orda size yapacak pek bir şey kalmıyor...
çünkü bu insan olmayı başaramayan arkadaşımız gecenin onikisinde biten işimizin üstüne müşterimizden gelen bu böyle olmamış bakın başka prodüksiyon şirketi bunu böyle yaptı bize biz bunu istiyorduk ama yine de elinize sağlık ok'dir yayına verelim dedikten sonra kendi hatasını kavrayıp suçu aman kime atsam aman kime atsam diye düşünüp milliyet müşteri grubumuzu ve sevgili ajansımızı suçladıktan sonra kendi çalışma arkadaşlarını hatta en çok sevdiği vakti zamanında bir çok kez hakkını savunma şuursuzluğunu gösterdiği çalışma arkadaşını(ki bu ben oluyorum) boklayabilmiştir.Hem de gecenin 2'sinde msn ve telefon konuşmaları ile..
gece bana gelen toplantı var seni de istiyorlar mesajından sonra duruma biraz uyandım ama sakiiin dedim ve yattım uyudum...
sabah gelir gelmez yandın kızım sen cümlesiyle damarlarımdan akan bütün kanın beyin hücrelerime zıplamasıyla şimşeklerim çaktı..
sinirlendim..hem de çok..mahalle ağzımı takınıp ben seni bir yakarım toparlanamazsın demeyi o kadar çok isterdim ki...sustum..sakiiiiiinnn dedim..
iki senaryo geliyor bize biri söz düzeni reklamın sesini alabilmemiz için biri de görüntü için filmin nasıl istendiğine dair.Bir de storyboardlarımız oluyor..Dün o kadar çok işim var ki yetişemiyorum yok posta bir şey istiyor yok hürriyet bir şey istiyor bir yandan koştur bir yandan vtrlerde sorun var filmle çok ilgilenemiyorum malzemeleri indirdim bak storyboard var senaryon burda bilgisayarda çıktı alamıyorum kusura bakma yoğunum tamam tamam hallederiz biz zaten aynı film dendi..
ok dedim gittim diğer işleri halletmeye..
amaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
sonra ben öğreniyorum ki...yok Esther bana göstermedi o senaryoyu ben görmedim ben şey yapmadım..Asistanını da fişekle..Müdürü de fişekle...Yönetmenini de fişekle...
sabaha toplantı ayarla ...
toplantıya giriş cümlesi bir yönetmenin,bir yönetmen asistanının neler yapması gerektiğinin açıklanmasıyla başlayınca..
bir saniye dedim..ben eğer bu filmin yönetmeniysem başka bir iş yapmamam lazım..ben o filmin başında bile duramadım..böle böle...
yok müşteriye bunu nasıl açıklayacağız yok bilmem ne..
ya ben ajansla konuştum vaktimiz yoktu diye.. diyorum..
herkes birbirinin kuyusu kazmaya çalışmaktan dinleyen yok..
pekiii toplantı bitti herkes birbirini şişirdiğiyle kaldı ve ne oldu?
bu yalaka ikiyüzlü kendini bilmez yalancı kişilik yanıma gelip ya sen bunu göstermiş olabilirsin benim başım çok kalabalıktı ben hatırlamıyor olabilirim kusuruma bakma sen benim üzüldüysen de çok üzülürüm gel kahve içelim dedi..ve ben artııııkkk yuh dedim cidden sana koca bir yuuuhhhhh...
kıssadan hisse..
hayatta hep dobra oldum evet bazen gereksiz fevriliğe varan ve insanı yıpratan hareketler bunlar...ama asla yalan söyleyemedim..asla gördüğüm şeyi görmedim diyemedim..asla etrafımda ki insanları gaza getirip fitleyemedim..
çok cici bir insanım yani...ama deveyi diken insanı siken derler ya...
herkesi sikip atmak lazım bu sistem de..
herkesin arkasından konuşup sonra melek olmak lazım..
ikiyüzlü olmak lazım en fecisinden...
yapamıyorsan da ezilirsin..haklıyken haksız olursun..
asıl kıssadan hisse
sinir bütün kötülüklerin anası..
sinirlenmemek lazım...
'hadi' sinir'len'mek kötü bişey!

sinir bölüm1

insan sinirlerine hakim olmalı..
insan sinirlerine hakim olamayınca başına çok kötü şeyler gelebilir..
insan sabah sabah günaydın demeyip yandın kızım sen diyen iş arkadaşına sana da günaydın diyebilmelidir..
insan iki yüzlü insanlar arasında bile kendini korumalı doğrularından vazgeçmemeli herkese iyi niyetli yaklaşıp asla ama asla yalan söylememelidir.
insan dakika başı bütün iş problemlerinin kendisine yüklenmesine alışmalı buna çözümler aramaktan vazgeçmeli kovun beni dememeli hafif mahçup bir gülümsemeyle iş arkadaşlarının yalanlarını ve iftiralarını su yüzüne çıkarmalıdır...
toplantıdan sonra sanırım yazacak çok şeyim olacak..
toplantı...