4 Haz 2011

göremediğini görmeye heves etmiş gözlerim

Soğuk bir kış günü...
Hiç bilmediği bir yerde,hiç bilmediği bir sabah.
İsmi meçhul bir otobüs firmasının yağlı servis camından görüyor etrafı.

Daha yeni başlamış denizin altından araba geçirme sevdası ve O; o inşaatın istinat çeliğinin önünde bekliyor onu,kokusu içine işleyecek ceketi üstünde.

Gözlerine kadar inmiş mor beresiyle iniyor servisten heyecanla.
Birbirlerine doğru yürüyorlar ve sarılıyorlar.

Ve bir hikaye böyle başlıyor...

Fakat ben hikaye sonlandırma konusunda ne kadar ustaysam hikayeye devam etme konusunda bir o kadar beceriksizim.
Ki zaten bu hikayeyi onlara anlatıyorum ben her gece.
İkisininde hikayedeki ortası farklı hep.
Bağıra çağıra söyledikleri şarkılar, yedikleri makarnalar, içtikleri biralar, seviştikleri yatak, mutluluk ve huzurla
doldurdukları odaları aynı sadece başlangıçları gibi.
Birde sonlarına koydukları noktaları.

...

Vedalar hiçbir zaman onlara göre olmadı.
Bu yüzden hiç veda etmediler birbirlerine.
Ne birbirlerinin kapılarına dayandılar, ne telefonlarının çalmasını beklediler.
Öyle..
Sessizce..
Çıkıp gittiler...
Nefretleri ve sevgileriyle...

Sözde.

Birbirlerini unutmaya çalışmadan devam etmeye çalıştılar hayatlarına,tüm acılarıyla.
Kendilerine bile söylemedikleri 'bir gün, bir yerde, bir şekilde karşılaşırız' umuduyla.

Ve bir gün, bir yerde, bir şekilde karşılaştılar.

Yarım kalmış ne varsa yaşamaya çalıştılar,diğer yarım kalanları yaşayamayacaklarını bilerek.

Koydukları noktaları azaltmaya çalıştılar.
Nokta aralarında yatan kadın ve erkeklerin üstlerinden atlayarak.
Nokta aralarında yatan geçmişlerini görmezden gelerek.

Hayır o filmlerde gördüğümüz sonsuza kadar mutlu oldular kısmı girmiyor devreye bu hikayede.

O hepimizin kıyısından köşesinden bildiği gün gelip çatıyor sadece.
Noktaların tek bir noktaya dönüştüğü gün.

Hoşçakal. diyor önce biri, sonra diğeri diyor Hoşçakal.

Hiç yorum yok: