9 Mar 2011

Duyusuz

Parmağımı kesip,kan damlalarımı bırakıyorum dikdörtgen içindeki dikdörtgenlerine.
Kurumuş kan lekelerine bakıp,-bir damlayı dahi sorgulamadan- eline çamaşır suyunu alıp bir bezle her lekeyi temizlemeye girişiyorsun,ben lanetler savururken o ellerine.
Hissetmiyor musun hiç kokumu?
Nereye bakıyorsun diye bağırmak istiyorum şah damarım çatlayana kadar.
Görmüyor musun? Tam önündeyim işte.
Bir deri,bir kemik.
Ama sen bana hep sağırsın.
Tam önündeyim ama sanki kocaman bir boşluk var gözlerinin önünde.
Görmüyor musun hiç rengimi?
Mavi ve kırmızıyı karıştırıyorum hep senin için.
Yadırgamanı bekliyorum.
Yadırgamayı bırak sanki o renkler hep birbirine karışıkmış gibi -sanki hep seninmiş gibi- alıp üzerine giyiveriyorsun.
Ama sen bana hep körsün.
Hep sol tarafında tuttuğun kültablasına bıraktığın sigarayı sağ elimle alıp;derin bir nefes çekiyorum.
Hafifçe aralık duran dudaklarına yapışıp üflüyorum tüm dumanımı.
Hiç mi almıyorsun tadımı?
Suratını buruşturup hep sağ tarafında duran içi su dolu olan bardaktan bir yudum içiyorsun,sanki geçmişinin tüm küllerini ağzına boşaltmışım gibi.
Ama sen bana hep...

Offf.

Tam bir bok çukuru ve benden başka kimse yaşayamıyor yanında.
Omuzlarından tutup kaçıncı sarsışım seni?
Ve kaçıncı çıkmaz sokağımız bu?
Ah pardon.
Benim için yarattığın ve benim hep yarı yolda bir yere çıkmadığını farkettiğim kaçıncı çıkmaz sokağın bu?

Şimdi gidiyorum yine,saç tellerimi bırakmaya; tenime dokunduğun ama dokunduğunu farketmediğin ve geceler boyu kıvranıp durduğun yatağına.

Hiç yorum yok: